27 Eylül 2013 Cuma

Kişisel gelişim kitabı okudum, gelişemedim!

kisisel-gelisim-mi
En çok satan kitaplar arasında kişisel gelişim kitaplarının payı %20'ye ulaşmış. Bir başka deyişle, beş kitap satın alınıyorsa bunun bir tanesi kişisel gelişim kitabıymış. Boş anıma denk geldiği için bir iki tane okumuşluğum vardır bu kitaplardan. “Faydası oldu mu?” diye soruyorsanız, yanıtım “Aklımda hiç bir şey kalmadı ki!” olacaktır. O kitapları okumak yerine bir Türk filmi izlemiş olsaydım, kendimi kahramanlarla özdeşleştirerek izlediğim için inanın daha faydalı bir iş yapmış olurdum kişisel gelişimim adına! Hiç olmazsa o kahramanlarla hemhâl olurdum. (Çok sevdim bu sözcüğü, empati'den çok daha geniş bir anlamı var. Çay içen birini gördüğünüzde siz de çay içiyormuş gibi yaparsanız empati kurmuş olursunuz, ama o çayın tadını damağınızda hissedebiliyorsanız, işte bu hemhâl olma halidir)

Bu dipnottan sonra şimdi izin verirseniz, kişisel gelişim uzmanlarına ve onların kullandığı argümanlara olan hoşlanmayış nedenlerimi size kısaca anlatayım.

Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, bu kitapların çoğu ticari kaygılarla yazılmış safsatalardır. 
Hayatında bir tane bile Dostoyevski kitabı okumamış, bir tane bile Vedat Türkali kitabını eline almamış, Reşat Nuri'yi dizi film senaryolarından tanıyan, Jose Saramago'nun adını bile duymamış, Gabriel Garcia Marquez'i giysi markası zanneden birine “Etkili İnsan Olmak” adındaki kişisel gelişim kitabını okutursanız, (kitabın adı tesadüfi seçimdir bu arada, çok okunan kişisel gelişim kitapları listesinden baktım) şimdi bu kişi bu hap kitabı okuyunca, arka kapakta belirtildiği üzere çevresindeki insanları etkileyecek bir kişiliğe mi bürünecek? Buna gerçekten inanabiliyor musunuz? Şahsen ben, bu kitabı okuyanların değil de yazarının ne kadar para kazanıp,  ne kadar “etkili” bir hayat sürdüğünü öğrenmeyi daha anlamlı buluyorum!

Neden kişisel gelişim kitapları liderlikten ve insanları etkileme sanatından çok bahseder?

Bu kişisel gelişim kitaplarının çoğu nedense “liderlik” konusu üzerine yazılmıştır. Ünvansız Lider, Kot Pantolonlu Yönetici, Dehanın El Kitabı, Shakespeare'in Yönetim Ve Liderlik Sırları, İçinizdeki Lideri Geliştirmek, Başarı Taktikleri, Liderden Liderlere, Etkili İnsan Olmak, İnsanları Etkileme Yolları adlı kitapları örnekliyorum, emin olun daha yüzlercesi var..

Aklıma direkt şu sorular geliyor:

Herkes lider olmak zorunda mı? Lider olmayanların topluma ya da kendilerine faydası yok mu? Lider olmayıp da kendi halinde üretim yapan bir insan, başarısız mıdır? Lider olan herkes düzgün insan mıdır? Bütün liderleri örnek almak zorunda mıyız? Belki ben lider olmak istemiyorum, neden beni buna zorluyorsunuz? 

Bu sorulara kişisel gelişim uzmanları ne cevap verirler bilemiyorum ama amaçlarının az çok ne olduğunu anlayabiliyorum.

Bir lider Olabilmek”, “Beş dakikada ikna sanatı” gibi çok çarpıcı adlarla piyasaya sürülüyor bu kitaplar.. Buna karşı çıkışımı da lider deyince aklıma ilk gelen isim olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk örneğiyle anlatmak isterim.. Yapılan araştırmalar, Atatürk'ün 57 yıllık yaşamı boyunca 3997 adet kitap okuduğunu söylüyor. Elbette ki bu kitapların kişisel gelişim kitabı olmadığını sizler de biliyorsunuz.  Doğuştan gelen zekasını ve kişilik özelliklerini zaten dile getirmiyorum bile..  Şimdi “On Adımda Liderlik kitabını okuyan bir kişi lider olur” tezine beni nasıl inandıracaksınız?
 Bu kitapların etkisi olsa olsa saman alevi gibidir bence..
Yapabilirsin, içindeki lideri ortaya çıkar, sen aslında tahmininden daha güçlüsün, içindeki gücü ortaya çıkar, kendin için bir adım at!”
 gibi tabiri caizse okuruna gaz veren cümlelerle dolu olan bu tip kitapları okuyan insanlar da boş hayallere kapılırlar sadece.. Özünde liderlik yeteneği olmayan veya özündeki bu yeteneği okudukları, gördükleri ve yaşadıklarıyla pekiştiremeyen biri sizce lider olabilir mi? Veya böyle bir gereklilik var mı?
Bence herkesin yaşamda bir rolü vardır. Şimdi pısırık mı pısırık, konuştuğunda yüzü kızaran, doğru kararlar alamayan, alt yapısı olmayan ama kendi çapında resimler yapan birine yukarıda örneklerini verdiğim liderlikle ilgili kişisel gelişim kitaplarını okuttuğunuzda, bu insan hemen topluma önderlik mi edecek? Varsayalım ki oldu, liderlik edeceği bir alan yoksa, yani  insanlara yol göstereceği bir uzmanlık alanı yoksa, içindeki lideri ortaya çıkarsa ne olur ki? Ya da bu kitapların hepsini okuduğunda bir şey olacağını sandı ve olamadı.. Yaşayacağı hayal kırıklığı için bu kadar çok zaman ve para harcaması reva mı şimdi? Ama olsun, bu kitapları yazan çoğu kişi satış listelerinde lider oluyor ya, siz ona bakın asıl..
İnsanları etkileme konusu da bana en az lider olma merakı kadar saçma geliyor. Şimdi insanları ikna etmek için bu kitapları okudunuz ve sonuç da aldınız diyelim.. Ne olacak? Bana bir şey anlattınız, beni ikna ettiniz, ikna ettiğiniz için öncelikle egonuz büyüyecek.  Şunun altını çizmek isterim ki,  egosu büyüyen biri, bence kişisel olarak gelişen değil, aksine geriye giden biridir!  Belki de beni ikna ederek bana bir şeyler satacaksınız. Tabi ya, sistem bunu gerektiriyor çünkü.. Oysa bana bir şeyler anlatsanız, sonrasında beni ikna etmeye uğraşmadan düşünüp değerlendirmem için bana zaman tanısanız, ben daha kolay ikna olacağım .. Beni etkilemeye çalışmanız belki de bende size karşı antipati uyandıracak, nereden biliyorsunuz? Sahi ikna gücü denen şeyi ortaya çıkarmaya uğraşan bu kişisel gelişim kitaplarını yere göre sığdıramayanlar, aslında ben ve benim gibi bir çok insana ne kadar itici geldiklerinin farkındalar mı acaba?

Bu kitaplar neden çok satıyor?

Bir de bu konudaki fikirlerimi söyleyeyim izin verirseniz.
 Çok satıyor, çünkü çok basit bir anlatımları var!
 Özlü sözler, reçete gibi talimatlar, yaşanmış diye yutturulan ama her tarafından basit kurgu olduğu anlaşılan saçma hikayeler var bu kitaplarda. Sanki kısa süreli mutluluk etkisi yaratan bitter çikolata gibiler bana sorarsanız. Okuyucu alıyor eline, düşünmeden okuyor. Çünkü zaten o kitapta kendisi yerine düşünülmüş oluyor, çünkü zaten o kitapta neyin doğru, neyin yanlış olduğu anlatılıyor basitçe.. Çünkü okuyucuya, duymak istedikleri söyleniyor, aslında biraz da empoze ediliyor!
Boş vaatler var çoğunda!..
 Bu düşünceme örnek teşkil edecek bir kitap ismi söyleyeyim size. 
Kitabın adı “Leonardo Da Vinci Gibi Düşünmek”
 İnanabiliyor musunuz, çağının dahisi olan bir insan gibi düşünmeyi öğrettiklerini bile iddia edebiliyorlar!  Eğer bu kitabı yazan kişi, yazdıklarının ne anlama geldiğini özümseyebilseydi, bence o kitabı yazacağına bir şey falan icat ederdi! Komik ve bir o kadar da sinir bozucu değil mi sizce de.. İnsanlara umut tacirliği yapmanın sınırlarını nasıl da zorluyorlar!
Bir diğer neden de sanırım bu kitapların moda olması.
Robin Sharma'nın “Mükemmelliğin Rehberi” kitabını okuyorum, müthiş!” diye konuşan plaza çalışanından geri kalmamak için, bu kitabı alıp okuyan bir çok insan vardır eminim.. Çünkü bu kitaplar çok satıyor, çok satan kitabı okumamak da uzaylı muamelesi görmekle eşdeğerdir bazı ortamlarda..
Lafı fazla uzattım farkındayım ama son bir söz daha etmeden geçemeyeceğim.. Dikkat ettiyseniz bu kitapları okuyanların bir çoğu, ya da kişisel gelişim uzmanlarının videolarını hayranlıkla izleyen bir çok kişi biraz da bencildir. Çünkü bu kitaplarda “ben” sözcüğüne o kadar vurgu yapılır ki,  kitabı alan insan,  gelişmek kaygısıyla hayatının merkezine kendisini koyduğunun farkına bile varmaz.. Oysa okusa klasik romanlardaki insan öykülerini, başta da belirttiğim gibi başka hayatlarla hemhâl olacak.. Ne bilsin bu zavallı iyi niyetli kişi, sistemin başkalarıyla hemhâl olmaya onay vermediğini..


NOT: Birilerini kızdırmış olabilirim, ama yazmasaydım içimde kalacaktı bütün bunlar.. Sürç-i lisan ettimse affola diyorum bu nedenle..


Sevgiyle ve güzel kitaplarla kalın..













Devamını Oku

22 Eylül 2013 Pazar

Bir pazar yazısı!

pazar-gununuz-mutlu-gecsin
Yaşamak nedir diye sorsalar, “keyif almaktır küçük küçük şeylerden” diye yanıt veririm.

İçinizde bazılarınız bütün pesimistliğiyle “dünyada açlık var, savaşlar var, işsizlik var, yoksulluk var; hangi keyiften bahsediyorsun?” diye karşı koyacaktır bu söylemime  muhtemelen. Küçük küçük şeylerden keyif alamazsak, nasıl insan olacağız oysa? İnsan olmayı başaramazsak nasıl dönüştüreceğiz dünyayı iyiye güzele doğru?

 Ben istiyorum ki, hayata pozitif bakabilmek, domino taşı etkisiyle dalga dalga yayılsın..
Öyle “özel teknemle denize açılayım, sefam olsun! “ ya da “ hafta sonu Yunan adalarına gidip biraz eğleneyim” gibi maddiyata dayanan keyiften söz etmiyorum zaten ben.
Benim söylediğim, yağmur yağdıktan sonra hissettiğim ferah toprak kokusu gibi güzellikler, çayıma kattığım karanfilin lezzeti gibi küçük değişiklikler, camdan bakarken yoldan geçen arabadaki küçük çocukla kurduğum göz temasının verdiği mutluluk.. Yani ben küçük mutluluklardan söz ediyorum en başta da söylediğim gibi.. Sevdiğim yazarın yeni çıkacak kitabını sabırsızlıkla beklemek, dün “kaç gündür yazmayıp, takipçilerini mağdur ediyorsun!” diye bloğuma yazılan serzenişli yorum, uzaktaki sevdiğim bir insana bir paketin içinde yeşil çay tomurcukları, kabuk tarçın, karanfil ve küçük bir çaydanlığı paket yapıp yollayışım.. O'nun bu hediyeyi aldığı andaki yüz ifadesini hayal ederek mutlu oluşum..
Bütün bu girizgahın tek nedeni var aslında;  size “mutlu pazarlar” diyebilmek.
Cemal Süreya, “Aşk” adlı şiirinde

“..Bir parça ekmeğin,
Bir kaç zeytinin başınaydı doymamız..”

der..  Varsa durumunuz, mükellef bir pazar kahvaltısı da hazırlayabilirsiniz elbette. Yoksa da üstadın dediği gibi zeytin ekmek de yeter, yanında sıcacık çay olsun bir de..

İç huzurunun kahvaltı sofrasındaki peynir çeşitleriyle bir alakası var mı?
YOK!
Bir evin “yuva” olabilmesinin, içindeki eşyaların kalitesi ile bir alakası var mı?
YOK!
İnsan olmanın, dahası insan olabilmenin, bulunduğunuz kariyer basamağıyla ilgisi var mı?
HEM DE HİÇ YOK!

O halde bu gün atın içinizdeki olumsuz düşünceleri bir yana.. Yaşama farklı gözlerle bakmaya çalışın. Yaşamsal kaygılarınız varsa da -ki hepimizde var- “boş verin!” demiyorum, “ nasıl çözüm üretirim?” noktasında yorun kafanızı,
 “neden böyle oldu?” demek yerine!

Çok mu romantik geldi bütün bu söylediklerim, “ ne zırvalamış pespembe” der misiniz emin değilim; ama bildiğim bir şey var ki, bu gün pazar!

Biraz relaks olalım, kızgın soluklarımız bir durulsun, azıcık beynimize oksijen gitsin! Yarın için kaygılanmadan bu gün biraz da olsa anı yaşamaya çalışalım, ne dersiniz? 

Sevgiyle kalın..
Devamını Oku

18 Eylül 2013 Çarşamba

Yapı Kredi Yeni Websitesi ile Ezber Bozuyor

Yapı Kredi yeni web sitesi ile Türkiye’de ve bankacılık sektöründe bir ilke imza attı.

İnternet müşterilerine yepyeni bir deneyim sunan, karışık sekme ve menülerin olmadığı bu yeni sitenin anasayfasında sadece bir arama çubuğu bulunuyor. Bu sayede Yapı Kredi müşterileri anasayfada bulunan arama çubuğunu kullanarak tüm aradıklarına ulaşabiliyor. Böylece müşterilere daha hızlı ve zahmetsiz bir bankacılık hizmeti sunuluyor.
yapi-kredi



Arama temeli Google Search Appliance teknolojisine dayanan bu site, müşterilerin aramalarını zaman içerisinde öğrenen ve kendini geliştiren bir yapıya sahip. Arama motorunda “altın, usd, euro” gibi aramalar yapıldığında sonuçlara anında ulaşılabiliyor. Yapı Kredi uygulamalarına erişmek içinse arama motoruna ''QR'' yazmak yeterli. Aranılan şube ve ATM’ler ise şehir ve bölge adı girilerek kolayca bulunabiliyor.

Davranışsal Hedefleme Teknolojisi ile müşterilerin siteye geldiği kanallardan, onun hakkında bilgiler toplanarak kullanıcının site içerisinde aradığı içeriğe en hızlı şekilde ulaşması amaçlanıyor. Örneğin; müşeri limango.com.tr ya da benzer sitelerden yapikredi.com.tr’yi ziyaret ediyorsa ve bir Limango kampanyası varsa, müşteriye anasayfa banner alanında ilk sırada limango.com.tr bannerı gösteriliyor.

Siz de bu yepyeni internet bankacılığı deneyimini yaşamak istiyorsanız hemen http://www.yapikredi.com.tr 'yi ziyaret edin.


  Bir bumads advertorial içeriğidir.
Devamını Oku

17 Eylül 2013 Salı

Evdeyazar artık Yazarkafe'de!

Bumerang döner dolaşır sana gelir!  İşte bloğumu açtığım ilk günlerde katıldığım Bumerang da bana Yazarkafe üyeliği vererek güzel dönüşümler sağlamaya devam ediyor. 
Çok mutluyum, çünkü aylık trafiği 500.000'lere ulaşan bu seçkin platformda ben de yazılarımı paylaşabileceğim!
Hayalciyim ya biraz da, Hürriyet.com.tr'nin ön sayfalarında bile yazılarımın çıkabileceğini düşünmeye başlayarak seviniyorum şimdiden!  İçimdeki "sözcüklerimle birilerine dokunayım" heyecanına yeni bir boyut katıldı..  Bloğumu sevdim, ona özen gösterdim ve karşılığını almaya başlıyorum yavaş yavaş.. Belki de günün birinde Evdeyazar'ı bir çok insan tanıyacak! Bunu kim bilebilir ki?  Yaşamın mucizelerine inanan, hayallerinden asla vaz geçmeyen ben ve benim gibiler elbette! 
Şimdi içinizde çoktan Yazarkafe'ye üye olan bazıları ne kadar da gereksiz ve abartılı bir şekilde sevindiğimi düşünüyor olabilir.. Ben de böyleyim ne yapayım! Küçük küçük olaylardan büyük büyük mutluluklar çıkarabiliyorum, hayallerimden asla vaz geçmiyorum.. Hayallerim de bumerang edasıyla dönüp dolaşarak bir gün bana realite olarak geri dönüyorlar.. Sabırla bekliyorum bu dönüşleri. Hayalsiz yaşayamıyorum, iflah olmaz bir hayalperestim, her yeni olasılık, bana saatlerce hayal kurdurabiliyor. Nerede ayaklarımın yere basacağını bildikten sonra, çok yüksekten uçsam da kime ne zararı var ki? 
Bir gün benim de yazılarım çok büyük kitlelere ulaşabilir, uçuyorum işte, sağ olasın Bumerang..

                             Bumerang'dan siz de kazanın! 


yazar-kafe


Bu arada Bumerang, Yazarkafe'ye beni kabul ederken, sağolsun hem bana hem de sizlere küçük bir jest yapmayı da ihmal etmemiş. Eğer bir bloğunuz varsa ve henüz Bumerang'a üye değilseniz, üyelik sırasında başvurunuza yukarıdaki kodu eklemelisiniz önce. Eğer üyeliğiniz platin olarak kabul edilirse, Yazarkafe'de yayınlanacak ilk yazınızla birlikte hem siz, hem de ben küçük de olsa eşit miktarda para kazanabileceğiz. 


Bumerang'a buradan başvurabilirsiniz. Biliyorsunuz, Bumerang'a üye olduğunuzda teklifleri yayınlayarak da para kazanıyorsunuz..

Hem yazılarımızı yüzlerce, binlerce kişiye ulaştıralım; hem de Bumads teklifleriyle bloğumuz para kazansın, hep birlikte bloglarımızı ileriye taşıyalım..

Haydi o zaman, ne duruyorsunuz!







Devamını Oku

13 Eylül 2013 Cuma

Evdeyazar'ın buruk halleri!


barış

Son günlerde sokaklarının biber gazı koktuğu, gecelerinin kabusa dönüştüğü bir semtten, size eğlenceli, keyifli yazılar gönderemeyeceğim bir süre üzgünüm.. Çünkü keyifli yazılar yazmak için iç huzuru gerekir, belki de ben böyle düşünüyorum..

İsterdim elbet, çok sevdiğim Cemal Süreya'nın  yine çok sevdiğim kısacık şiirini tekrarlayarak, 
"hayat güzel, kuşlar uçuyor"
 demeyi. Ama dedim ya üzgünüm, maalesef bu aralar hayat pek göstermiyor güzel yüzünü.. Kuşlar bile korkarak uzaklaşmaya başladı semtimizden..

Belki sizler, bu yazıyı okurken neden bahsettiğimi bile anlamadınız. Belki de gündelik yaşantınız hep aynı döngüsünde sürüyor. Ama maalesef öyle değil gerçekler.. 
Sokaklarda şiddet var artık, geceler kabusa döndü! Uykusuzluk can yoldaşımız oldu, havanın kararmaya başladığı saatlerde yüreklerimiz hop etmeye başladı..

Şimdi bunları okuyunca politik yorumlar yapmak isteyeceksiniz. Yapmayın!

Şu ya da bu partiyi destekliyor olmanız sizin özgürlüğünüzdür, saygı duyarım.. Sadece, hep birlikte gittikçe kronikleşen şiddete "son" diyebilelim istiyorum..
"Çocuklar öldürülmesin, şeker de yiyebilsinler!" demiş ya usta şair..
 İşte bu cümledeki insani duyarlılığı hissedebilelim istiyorum... Mesele şu siyasi görüş, bu siyasi görüş değil.. 
Mesele basit: İnsan olmanın ağır sorumluluğunu hissedebilmek!.. Biraz da empati kurabilmek ve yaşanan şiddete hep birlikte karşı koyabilmek.

Düşünün, yaşlısınız. Astımınız var, ya da bebeğiniz var evinizde.. Bunların hiç biri değil de yatağında uyuyan sıradan bir vatandaşsınız.  Gecenin bir yarısı sokaktan gelen korkunç seslerle uyanıyorsunuz, evinize gaz dolmuş! Nefes alamıyorsunuz.. "Niye?" diye soruyorsunuz can havliyle, "Niye?" 
Yanıt, gençler istemedikleri bir şeyleri protesto etmek için toplanmışlar, seslerini duyurmaya çalışıyorlar.. Öyle basına yansıdığı gibi ellerinde ne molotof var, ne silah var, ne de başka bir şey! Heyecanla bir şeylerin değişmesini istiyorlar, sadece haykırmak istiyorlar düşüncelerini. Gözlerimle görüyorum, sokağımızda yaşanıyor bütün bunlar.. Bu gençler en az sizin kadar, en az benim kadar masumlar.. Bırakın terörist adlandırması yapılan bir gruba üye olmayı, çoğunun bu grupların adından bile haberi yok!  Dedim ya, sadece gittikçe artan baskı ortamında biraz daha özgürce nefes almak istiyorlar o kadar.. 
Diyelim ki polissiniz, karşınızda düşman gibi gördüğünüz bu gençler sizin kardeşleriniz! Belki de komşularınız, akşam kıyasıya nefretle dövmeye çalıştığınız bu çocuklara belki de gündüzleri selam veriyorsunuz.. Kendinizi koyun onların yerine, siz de bu kadar gaz yedikten sonra haksızlığa uğradığınızı düşünmez miydiniz? Sizi kıyasıya dövseler, sadece bir yerde toplanıp bir iki slogan attınız diye, öfkeniz kabarmaz mıydı?
İşte empati kurmak bu kadar basit aslında..
Yazılan bazı şeyleri okudukça insanlığımdan utanır hale geliyorum inanın. "Biz zamanında çok öldük, biraz da siz ölün!" diyenlere kızdığım kadar, "Mısır'da birisi öldü diye yas tutacağınıza kendi ölülerinize bakın!" diyenlere de kızıyorum.. İnsan ölümlerinden bahsediyoruz burada.. Ölümün, cinayetin ırkı, dili, dini, siyaseti olur mu? Oluyor maalesef, olduruyorlar, olması işlerine geliyor.. Hepsini, ölümler üzerinden yapılan bütün siyasetleri kınıyorum.. 
Ben insanım, var mı bunun ötesi???

Dediğim gibi amacım politika yapmak değil, politik bir yorum da yapmayın bu yazıya! Politik hamasetten, üst perdeden yapılan konuşmalardan, kendisini haklı çıkarmaya uğraşan görüşlerden midem bulanıyor artık çünkü.. Sadece geldiğimiz noktayı siyaset üstü, insani duygularınızla bir değerlendirin istiyorum.
 Demokrasi, başkalarının düşüncesini dönüştürmeye uğraşmak, bunun için şiddete başvurmak değil; aksine bütün düşüncelerin zenginliğinden yararlanarak, barış içinde ortak yaşamanın zeminini oluşturmak değil midir?

 Demokrasi denilen kültürde dinlemek, konuşmaktan daha önemli bir kavram değil midir? Susturmak, üste çıkmaya çalışmak, egoların çarpışması yaşandığında ne kalır geriye?
 Usta şair Edip Cansever diyor ya "Ne gelir elimizden insan olmaktan başka?"
Evet  soruyorum sizlere, var mı insan olmaktan, insan olabilmekten başka çözüm?

İki gündür kalp çarpıntısı ve panik atak gibi bir heyecan var üzerimde.. Çünkü ben de evine gaz girerek uyananlardanım! Alıç çiçeği ve sarı kantaron aldım aktardan, çay yapıp içiyorum bozulan kimyam düzelsin diye.. 

Dedim ya, politika üstü bir durum bu.. Herkes karşısındakini dinlemeyi bilseydi, bütün bu şiddet yaşanmayacaktı! 

Sahi kaçımız biliyoruz karşımızdakini dinlemeyi...




Hare, Hare Krishna
Devamını Oku

10 Eylül 2013 Salı

Evdeyazar sosyal bir adım attı, bir blog yazarıyla tanıştı!

hediye-kazandim

Son zamanlarda bloğumun biraz sosyalleşmesi iyi olur düşüncesiyle mantıklı bulduğum bütün çekilişlere katılmaya başladım. “Evdeyazar” biraz sosyalleşirken ben de kendi adıma eğleniyorum küçük çapta. Bu güne kadar hiç bir çekilişte kayda değer bir hediye kazanamamış olmamın da itici gücü mü var bu kararımda bilemiyorum.
Her neyse, pazar günü maillerime bir baktım. Bir çekilişte hediye kazanmışım. Nasıl mutlu oldum bilemezsiniz! Sürpriz bir gelişmeydi, şansım mı dönüyordu ne.. Hemen iletişim bilgilerimi gönderdim, gelen cevapsa gerçekten çok ilginçti. Blog sahibesinin eviyle aramızda sadece iki sokak mesafe vardı! A-sosyal yaşamayı kendine şiar edinmiş, kendi halinde Evdeyazar'a birden bir cesaret geldi. Dedim,
 “-Madem bu kadar yakın oturuyoruz, hediyeyi elden alayım, boşu boşuna kargo ile uğraşmayın” 
Karşı taraftan gelen cevap da çok samimiydi ama zaman sorunu vardı. Neyse biz, arkadaşın iş çıkış saatinde yarım saat görüşmek üzere sözleştik, birbirimizin telefon numaralarını aldık.
Buluşacağımız yer, sadece bizim semtte değil bir çok uzak kentte yaşayan insanın da bildiğini tahmin ettiğim, ünlü bir meydanın ünlü bir heykelinin yanıydı. Fazla detaya girmek istemiyorum, çünkü nerede buluştuğumuzu söylememek konusunda sözleştik kendisiyle..  İçimde çocuksu bir heyecanla hemen algılanabilecek canlı yeşil gömleğimi giyerek buluşma yerine gittim, amacım kolay tanınabilmek. Buluşma saatimiz 18:40'dı.. Dakik insanımdır, bekletmemek için acayip özenli davranırım. 18:35'de heykelimizin tam yanında yerimi aldım. 18:39'da heyecanla arkadaşı aradım. Bir kaç dakika sonra geleceğini söyledi ve söylediği gibi de oldu. Beni eliyle koymuş gibi buldu, zira her şey çok netti! Karşımda iki dakika geç kaldığı için özür dileyen nazik bir insan vardı. Buluşma yerimize ve olayın komikliğine gülüşerek yakın bir kafeye oturduk.
Çaylarımızı söyledik ve söyleşmeye başladık. Ben hemen kitabıma bir yazı yazmasını rica ettim. Zira kitapların ilk sayfalarına bırakılan küçük notlara çok değer veririm. O da beni kırmayarak esprili bir not yazdı. Çok merak ettiniz farkındayım bu blog yazarının kim olduğunu. Ben kendisini gidipgormeli.com adındaki gezi bloğundan takip etmeye başlamıştım, ama hediyelerimi diğer bloğu olan simdiduydum.blogspot.com'dan kazandım..
Hayat çok acayip tesadüflerle dolu, internetse bu tesadüfleri şaşırtıcı boyutlara getirebiliyor... Konuşma sırasında bu blogların sahibesi sevgili Esra'nın kısa zaman öncesine kadar bizim sokakta yaşadığını öğrendim çünkü. Aynı sokakta yaşayıp tanışmamak, blog çekilişi vasıtasıyla bir araya gelmek, gerçekten enteresan değil mi sizce de? 
Kendisinden izin aldığım için bu yazıyı biraz röportaj tadında oluşturma özgürlüğüm var. Sevgili Esra, Güzel Sanatlar Sinema Bölümü mezunu. Kendi mesleğini doğru şekilde icra edebilen şanslı kişilerden. Bir dijital platformda çalışıyor. Yaptığı iş bana gerçekten çok ilginç geldi.

 “-Anlatabilir miyim biraz?” dedim. Gülümseyerek 
   “-Olur” dedi.  Esra'nın işi film izlemek. Günde 25, senede 1800 civarında film izliyormuş.. Şimdi diyeceksiniz ki “Ne kadar güzel iş, al mısırları otur seyret!” Bir çok kişi de böyle zannediyormuş söylediğine göre ama yanılıyorsunuz, hiç de o kadar zevkli görünmüyor. Aksine bence çok zor bir işi var. Bir filmi dört kez izliyormuş, ilk üçü normalden 4 kat hızlı. Önce filmdeki teknik arızalara bakıyorlarmış, sonra ses kalitesini irdeliyorlarmış, üçüncü turda da hani sigarayı, içkiyi, reklamları sansürlüyorlar ya, o amaçla izliyorlarmış aynı filmi. Sonuncu tur biraz daha hızlı oluyormuş genel kontrol amaçlı. 
“-Öyle bir boyuta giriyorum ki, 4 kat hızlı İngilizce'yi bile anlar hale geldim artık!” diyor gülümseyerek..
“-Peki, izlediğin filmleri anımsıyor musun?” diye sordum.
 “-Film tanıdık geliyor ama konusunu anımsamam mümkün değil" karşılığını verdi. 
 Böyle bir işi olmasına rağmen akşamları yine de arada sırada televizyon izleyebiliyormuş ama sinemaya gitmeye tahammülü kalmamış doğal olarak. 
Bu işlerin nasıl yapıldığını hep merak etmişimdir, ilk ağızdan böyle detaylı bilgi almaktan inanın çok keyif aldım..
Esra'nın gezi bloğunu okumak gerçekten çok eğlenceli; zaten kendisi de gezmeye bayılıyor anladığım kadarıyla. Sizler bu yazıyı okurken, O yine bir yayıncılık fuarı için yurt dışına gitme telaşında olacak. Diğer bloğunda ise biraz daha güncel hayata yönelik, alış veriş ve moda temelinde içerikler paylaşıyor.
Gördüğünüz gibi bir hediye çekilişine katılma olayı röportaj tadında keyifli bir söyleşiye dönüştü.
Kendisine hediyeler için çok teşekkür ederim bir kez daha.. Kitabı okuyup bitirdikten sonra burada yorumlayacağım günü sabırsızlıkla bekliyorum şimdiden..

Donanımlı, hoş sohbet, aynı zamanda nazik bir blog yazarıyla tanışmış olmak benim için çok güzel bir deneyimdi. Umarım siz de bu yazıyı okuyunca en az benim kadar keyif almışsınızdır.


Sevgiyle kalın..
Devamını Oku

6 Eylül 2013 Cuma

Kadıköy Belediyesi'nin Twitter hesabına bayılıyorum!

sosyal-medya
İyi bir Twitter kullanıcısı değilim, ama son günlerde Kadıköy Belediyesi'nin attığı tweet'leri takip etmek inanın en büyük eğlence kaynağım oldu. 
Belediye deyince insanın aklına "Bugün git, yarın gel" diyen bir anlayış geliyor değil mi? Bu anlayış bir yana, jet hızıyla verdikleri cevaplar ve zekice esprileri sayesinde Kadıköy Belediyesi Twitter hesabı son zamanlarda bir sosyal medya fenomeni olma yolunda hızla ilerliyor. Kendim de test ettim. Bir sorun dile getirdim, anında ve doğru bilgiyle yanıt aldım. Gerçekten de süper bir ekip çalışıyor orada, kendilerini tebrik etmemek elde değil. Sosyal medya uzmanlarına örnek olacak bu hesap için hangi ajanstan destek aldıkları sorusuna verdikleri yanıt ise " El emeğimiz, göz nurumuz." 
Yani yaratıcılık, zeka, sabır, iyi bir Türkçe kullanımı, entelektüel donanım, espri yeteneği, sosyal medya diline hakimiyet, sorulara verilen yanıtlardaki doyuruculuk, teknik bilgi, her şey var gördüğüm kadarıyla bu hesapta..
Üşenmedim, tek tek derledim sizin için bu harika tweet'lerden en beğendiklerimi. Hem gülümseyelim, hem de ders çıkaralım istedim hep birlikte..

Öylesine samimi bir dil kullanıyorlar ki, takipçileri resmi bir kurum olan belediye ile değil de sanki arkadaşlarıyla sohbet ediyormuş gibi rahat davranabiliyor. Demek ki  sosyal medya kullanımı ile ilgili ne öğreniyoruz? SAMİMİYET, ESPRİLİ BİR DİL ve SAÇMA DA OLSA HER SORUYA VERİLEN CEVAPLAR

Twitter kullanıcısı: Günaydın, kahvaltı hazır mı? Ekmek kaç tane alayım?
Kadıköy Belediye: Biz nevaleyi hazırladık, çaylar da geldi, teşekkürler.

***
Twitter kullanıcısı: Android uygulamanız çalışmıyor mu, yoksa ben mi beceremiyorum?
Kadıköy Belediye: Yetkili abi cihazınızı ve sürümünü soruyor.

***
Kadıköy Belediye: Bu semt bir harika dostum, Yeldeğirmeni bir açık hava müzesine döndü.. 
Twitter kullanıcısı: Ne içtiyseniz ben de istiyorum. Kadıköy'lü olmak gerçekten bir ayrıcalık  ve sizi çok seviyoruz.
Kadıköy Belediye: Elbette filtre kahve, duymadınız mı?

***
Twitter kullanıcısı: Tebrikler, resmi kurumların kopyala yapıştır mantığına örnek olsun.
Kadıköy Belediye: Ctrl+c ve Ctrl+v tuşlarımız bozuldu, idare edin.

***
Twitter kullanıcısı: Ama böyle şirinliğe devam ederseniz korkarım ki kiralar daha da uçacak Kadıköy'de.
Kadıköy Belediye: Emlak lobisi bizi kaçırdı, zorla tweet yazdırıyorlar.

***
Twitter kullanıcısı: Sizi öpmek istiyorum.
Kadıköy Belediye: Kadıköy'ün bir çok noktasında çöp topluyoruz, herhangi bir çalışanımız size yardımcı olabilir.

***
Bu samimi dil karşısında vatandaş da dertlerini aynı dilde söylüyor tabii ki, işte örnekleri:

Twitter kullanıcısı: Koşuyolu parkındaki voleybol filesini kim söktü, lütfen yardım edin belediyeciğim, spor yapamıyoruz. 
Kadıköy Belediye: Hemen ilgileniyoruz.

***
Twitter kullanıcısı: Ankara şubesi açıp her sabah tarhana dağıtsanız mesela, ben tarhanayı çok severim.  
Kadıköy Belediye: 18 Eylül'de yemekhanede tarhana var, bekleriz. 
Twitter kullanıcısı: Anne şefkati seziyorum sizde. Ayaz girmeden yün atkı ve patik de örer misiniz? Cevabınız evetse Ankara'yı terk edeceğim. 

***
Twitter kullanıcısı: Kırılacak fışkiye varsa itinayla kırarım.
Kadıköy Belediye: Fen İşleri Müdürlüğümüze cv'nizi bırakın, yıkım ekibimizde boş pozisyon için haftaya görüşmeye çağırabiliriz.

***
Twitter kullanıcısı: Merhaba, eski sevgilim beni orada terk ettiğinden beri Kadıköy'ü sevemiyorum. Bu konuda ne yapabiliriz?
Kadıköy Belediye: Böyle şeylerin üzerine gitmek lazım, sık sık uğrayın buralara.

***
Twitter kullanıcısı: Kadıköy Belediyesi'ni seviyoruz
Kadıköy Belediye: Biz de size karşı boş değiliz
***

Diğer belediyelere yani bir anlamda rakiplerine karşı oldukça saygılı davranıyorlar..

Twitter kullanıcısı: Bizim Silivri'de nikahımız var. Kadıköy Belediyesi'nin nikah memurunu isteriz biz. Seyyar falan yok mu bir şeyler?
Kadıköy Belediye: Bildiğimiz kadarıyla Silivri'de de Kadıköy Belediyesi var, yerimizi tutar mı bilmiyoruz ama karpuzları çok güzel.
Twitter kullanıcısı: Yerinizi tutmaz bence... Hem Silivri Belediyesi bildiğin belediye, siz öyle misiniz ya..

***


Twitter kullanıcısı: Üsküdar'da ikamet ediyorum, vergiyi size ödesem olmaz mı?
Kadıköy Belediye: Mali İşler Müdürlüğü'müzün hayır diyeceğini sanmıyoruz ama Üsküdar'dakiler kızabilir. 

***
Twitter kullanıcısı: Kağıthane belediyesinde bulunuyorum ve size hayranlık duyuyorum. Kadıköy Belediyesi'ne bağlı sayılabilir miyim?
Kadıköy Belediye: Tinsel olarak evet

***
Bu kadar samimiyet var ama asla bozuk Türkçe kullanmıyorlar, sesli harfleri kırpmıyorlar, dolayısıyla da saygınlık kazanıyorlar.

Twitter kullanıcısı: Size belediyem diyebilirmiyim?
Kadıköy Belediye: Soru eklerini ayrı yazarsanız diyebilirsiniz tabii ki..
Twitter kullanıcısı: Türkçe'mize el atan belediye! Kadıköy'lü olasım geldi!

***
Kendilerine yapılan eleştirilere zekice ve düzeyli cevap veriyorlar. Benim çok beğendiğim aşağıdaki tweet gibi: 


Twitter kullanıcısı: Kardeşim iyi de, resmi kurum twitter hesabı böyle mi kullanılır, cahil misiniz?
Kadıköy Belediye: Belki de cahil olmadığımız için böyle kullanıyoruzdur, iyi geceler..

***




Devamını Oku

4 Eylül 2013 Çarşamba

Anadolu kışa hazırlanmayı sever! AnadoluJet biletinizi hemen alın, bu kış sadece 39 TL'ye uçun!

Halkın havayolu AnadoluJet, bu kış da ekonomik ve konforlu seyahatin kapılarını açıyor. 02  - 08 Eylül tarihlerinde geçerli olan AnadoluJet’in kış kampanyasından yararlanarak 1 Kasım 2013 - 15 Ocak 2014 tarihleri arasında iç hatlarda bilet alan herkes 39 TL’den başlayan fiyatlarla uçma fırsatı yakalıyor.

Yaz aylarının bitmesine sayılı günler kala; AnadoluJet, kış seyahatini planlamaya başlayan yolcularını unutmuyor. Halkın havayolu AnadoluJet, düzenlediği yeni kampanya ile bu kış da ailelerine, memleketlerine ya da kış tatili için seyahat etmek isteyenlere ekonomik ve konforlu ulaşım imkanı sağlıyor.

02 - 08 Eylül tarihlerinde AnadoluJet’ten 1 Kasım 2013 - 15 Ocak 2014 tarihlerinde gerçekleştirecekleri seyahatleri için bilet alan herkes 39 TL’den başlayan fiyatlarla uçma fırsatı yakalıyor. AnadoluJet’in iç hat uçuşları için geçerli olan kış kampanyasından yararlanmak isteyen herkes; AnadoluJet internet sitesi (anadolujet.com), çağrı merkezi (444 2 538), satış ofisleri ve acentelerden biletlerini satın alabilirler.

1 Kasım 2013 - 15 Ocak 2014 tarihleri arasında 39 TL’ye uçma fırsatını kaçırmamak ve kampanya detaylarını öğrenmek için anadolujet.com’u ziyaret edebilirsiniz.


Bir bumads advertorial içeriğidir.
Devamını Oku

2 Eylül 2013 Pazartesi

Makale yazarak para kazanma konusundaki sorularınız..

yazarak-kazanmak

Makale yazarak para kazanma konusunda bir çok kişiden abartmıyorum her gün mailler alıyorum. Bir çok mailde de, iş bulma konusunda kendilerine yardım etmemi istiyorlar. Keşke elimden gelen bir şey olsa.. Ben sadece nelere dikkat edilmesi gerektiğini, bu işe ilk başladığım zamanlarda nasıl yöntemlerle iş aradığımı aktarabiliyorum kendilerine. 
"Peki nasıl iş buluyorsun?" sorularının ardı arkası gelmiyor yine de.. İlk zamanlarda arıyordum evet. Ama artık aramıyorum, artık özgün içerik ihtiyacı olanlar beni kendileri buluyorlar bu blog aracılığıyla. Blog yazılarım bir anlamda referansım oldu diyebilirim. Dolayısıyla, seçme hakkımı kullanabiliyorum. 

Emek verdim, karşılığını alıyorum yavaş yavaş..

Evet bu işten hem keyif alıp hem de para kazanmanın yolu, her işte olduğu gibi emek vermekte, sabırlı olmakta yatıyor. Elime aldığım her projede daha çok bilgi vermek, yazıyı keyifle okunur kılabilmek için araştırmalar yapıyorum. Okuyorum, yazdığım bir yazıyı defalarca gözden geçiriyorum, beğenmediğim yerlerini değiştiriyorum. Her şeyden önemlisi de yazmış olmak için kendimi zorlamıyorum. Kendimi veremiyorsam o işi o gün yarım bırakıyorum. Ama teslim tarihine de sadık kalıyorum elbette. Yazıların bitiş tarihi ile ilgili söz verirken, bu ilham perilerinin gidişini de hesaba katıyorum.. Bazen bir iki günlük sapmalar olabiliyor yine de, karşılıklı tolere ediyoruz birbirimizi. Çünkü ben bir makine değilim, düşünce gücümü kullanıyorum nihayetinde.. Zaten bunun değerini anlayamayacak olanları hissediyorum ilk yaklaşımlarından. Dedim ya, seçme hakkımı kullanıyorum.

Yazma işi için biraz sıra dışı olmak gerekir!

Kendinize özgü bir tarzınız yoksa, sıradan okul kitaplarında yazılanlar kadar sıkıcıysa yazdıklarınız, bence bu işten uzak durmalısınız! Çünkü yazma eylemi, okuyanları memnun ettikçe anlam kazanır. Bunu Google da çok iyi biliyor, Seo'cular da artık son zamanlarda sıradan bir yazı ile kaliteli bir yazı arasındaki farkı görmek zorunda kalıyorlar. "Zorunda kalıyorlar" diyorum, çünkü okunabilir nitelikteki bir yazıyı 100 kelimesi 1-2 TL'ya yazdıramayacaklarını yavaş yavaş anlıyorlar.. 

Aracı kazanır, emekçi sömürülür!

Her işte böyle değil midir? Pamuk toplayan ırgatları bulan aracı, bu insanları tarla sahibiyle muhatap etmez, çalıştırır yevmiyelerini kendisi verir. Çoğunlukla da sıcakta gün boyu pamuk toplayan ırgatlardan daha çok para girer cebine. Evet işçi toparlamak da emek ister, ama gün boyu tarlada çalışanın alnından daha çok ter damlar!.. Mavi yakalı işçi bulma ajanslarının da onlardan farkı yoktur bana göre. Büyük işveren, işçiyle muhatap olmak istemez, ajansı sokar araya. Asgari ücretle iş bulduğu insanların maaşlarından komisyon alır bu ajanslar. Evet emek harcarlar, ama ne kadar? Tartışılır.. Demem o ki taşeronlaşmanın olduğu her iş kolunda emekçiler çifte sömürüye maruz kalırlar. Evet işleri kolaylaştırırlar, normalde bir araya gelemeyecek insanları buluşturmak da bir iştir. Ama ucunda sömürü vardır.. Bu sömürü düzenine karşı çıkan biri olarak son zamanlarda tabiri caizse mantar gibi çoğalan "makale yazdırma siteleriyle" çalışmıyorum prensip olarak. Hatta bir tanesi, sitesinin tanıtımını yapmam için çok dil döktü geçenlerde. Kazanç ortaklığı gibi tekliflerde bulundu.. "Bana ters gelen bir oluşumda yer alamam!" dedikçe ısrar etti. Hatta işi "Siz yeter ki tanıtın; iyi yönüyle de kötü yönüyle de yorumlarınızı da yazın" noktasına kadar vardırdı!  Sitesinde yazar olmak isteyenlerden başlangıçta ücret talep edecekmiş! Söyleyecek laf bulamadım, biraz terslemek zorunda kaldım en sonunda.. Bakar mısınız, ne tatlı paralar peşinde insanlar.. Hem ucuza işçilik yaptıracak, hem de bunun için peşin peşin aidat alacak! Yazarken yine sinirlendim şimdi.. 
   Makale yazma işi, bir önceki yazımda  belirttiğim gibi kelime işçiliğidir bana göre. Nitelikli, üniversite mezunu kelime işçilerini sömüren, 100 kelime için utanmadan 0,50 TL ücret vermeyi uygun gören bu sitelerin hangilerinin iyi olduğunu lütfen bana sormayın.. İçlerinde insanların hakkını verenler olabilir elbet, onları tenzih ederek söylüyorum ki, bu makale yazma sitelerinin mantığı, birilerinin üzerinden para kazanmaya dayalıdır. Bana çok soruyorsunuz "hangi site?" diye.. İşte yanıtlıyorum: hiç birisi..
 Başlangıçta Makalego'yu gerek yazılımının güzelliği, gerek verdiği fiyatlar, gerek sahibiyle olan düzeyli diyaloglarım sayesinde tavsiye etmiştim. Sonra bir sabah baktım ki Makalego sitesi yok olmuş! Küçük de olsa alacağımı da vermeyerek üstelik! Size daha ne diyebilirim ki! 

Hiç bir iş kolay değildir! 

İşin bir de öbür yüzü var. Hep iş verenleri suçlamamak lazım, objektif olmak da lazım. Hiç bir iş kolay değildir unutmayınız lütfen. Çaba sarf etmeden, deneyim kazanmadan, birileri bana 100 kelimesi 10 TL'lık işler versin, iki dakikada yazayım tatlı para kazanayım diye düşünmeyiniz. Bana mail atanlardan birinin çok güzel yazılarının olduğu bir bloğu vardı. Kendisi de o kadar zor durumda olduğunu anlattı ki, o zamanlar aktif olarak çalıştığım, Türkiye'nin en bilinen Seo firmalarından birine kendisi için referans yazısı yazdım. İşe de hemen başladı. Sonrasında kopya içerikler göndererek, yazıları zamanında teslim etmeyerek beni o kadar mahçup duruma düşürdü ki! Halbuki kişisel bloğundaki yazılar gayet özenliydi. İş başkasına para karşılığında yazmaya gelince, işi savsaklamaya başlamıştı hemen.. Kendimi övmek için söylemiyorum ama, eğer bu güne kadar aldığım işlerde böyle hatalar yapsaydım, sizce bana kendiliğinden teklifler gelir miydi? Sizce çalışmalarım uzun soluklu olur muydu? Bu işi basit zannederek balıklama atlayanlar içindir bu verdiğim son örnek de...


Herkesin hak ettiğiyle karşılaşması dileğiyle bu gün de ayrılıyorum aranızdan. Umarım faydalı olabilmişimdir.

Sevgiyle kalın..










Devamını Oku