31 Aralık 2014 Çarşamba

2015'e girmeden önce son içsel yolculuk!

Evet ülkede abuk subuk şeyler yaşandı ama yine de 2014 benim evimde, ruhumda huzurlu bir yıldı. Sanırım kendi farkındalıklarım arttı, huzurumu bozan ortamlara, işlere, insanlara “hayır” demesini daha çok bildim sanki.


Tabi ya, çok sevdiğim yazma işini profesyonel hayata taşıdım mesela, artık işim sadece yazmak. Tişörtün etiketinde “a” harfi unutulmuş, montların 1000 tanesinde baskı hatası olmuş, kumaşlar yetmemiş, düğmeler yanlış gelmiş gibi düşününce saçma gelen gereksiz stresler vardı tekstil hayatında. Sanki fersah fersah uzaklaştım o dünyadan. Artık sadece araştırıyorum ve yazıyorum. Haa zor elbette, beyin yorgunluğu haddinden fazla. Ama olsun, seviyorum ben. İleride roman yazacağım günler de gelecek biliyorum.

Sigara bağımlılığından kurtuldum, bu da şahane bir kazanımdı benim için. “İnsan isteyince her şeyi başarır!” adlı yaşam felsefeme bir çakıl taşı daha eklemiş oldum. Ne de güzel oldu, aferin bana...


Canımı sıkan insanlarla arama çat diye mesafe koyabiliyorum artık, dolayısıyla da beni üzemiyorlar. Eskiden olsa aman ayıp olur, aman kaç yıllık arkadaşım, aman yüz yüze bakıyoruz falan derdim. Artık öyle demiyorum, kapris çekmek yok, oh rahatladım! Neden aramıyorsun diyenleri iyicene aramıyorum mesela. Şunu yap, bunu yapma gibi emrivaki yaklaşanlara direkt kapılarımı kapattım. Yakınmış gibi davranırken alttan alta iğneleyenleri de ilgisizliğimle cezalandırıyorum. Daha ne olsun ki! Hep birilerini üzmemek için yaşanmıyor gerçekten de. Evet özel birkaç kişiyi üzmemek gerekir doğru, ama gerisi için artık özel çaba harcamıyorum. Hafifledim.

Bir de affetmeyi öğrendim. Daha doğrusu beni üzen insanları artık kafama takmayıp içten içe “sizi affettim, artık özgürsünüz” terapisi yapıyorum, ohh sen sağ ben selamet. İnsan negatif enerjilerin her türünden uzak durmalı.


Hayatın değerini daha iyi anlıyorum sanırım, bu da içimi huzurla dolduruyor. Evet birçok olumsuzluk var bakıldığında, ama olsun ben şükretmeyi de biliyorum. “Thankfull” olmak diyor ya İngilizler, öyle işte. 2015'e sağlıkla ve iç huzuruyla girdiğim için şükran dolu içim.

Birileri kalkmış gavur icadı bu işler diyor, her sene olduğu gibi yine aldırmıyorum. Yeni başlangıçlar güzeldir, yeni başlangıçlar enerji verir insana, yeni başlangıçlar tazeliktir. Dolayısıyla 2015'e girerken kim ne derse desin heyecanlı ve de mutluyum.



Akşama nevaleler ufak ufak hazırlandı, bir iki meze yapılacak, "çoook eğleneceğiz çoook!" diyesim geliyor, dedim ya nedense bu yılbaşında içim sanki daha bir kıpırtılı gibi... 

Yeni yıl dileğimi mi soruyorsunuz, şöyle:

Geçen sene dilemeyi unuttuğumuz bütün güzellikler 2015'de gerçekleşsin...
Ve içimiz sevgi ile dolsun bu yıl, sevgi dolu olan yüreklerin dilekleri zaten gerçek olur...



O halde geleneği bozmayıp sabahın bu saatlerinde Zeki Müren'le girelim yeni yıla hep birlikte..

Devamını Oku

30 Aralık 2014 Salı

2014'ün en bi öz bi tv olayları!

İşte geldi yine aralık ayının 30'u. Yılın son günlerinde geçmiş yılın muhasebesini yapmak, yeni yıla dair dilekleri ve umutları sıralamak âdettendir. Ben de televizyon programları üzerinden yapacağım geçmiş yılın değerlendirmesini. Buna mecburum, açık açık yazsam maazallah, hakaret davası falan açarlar kaldıramam. Uslu olup kuzu kuzu magazin anlatacağım bu nedenle:

**2014'de yılın televizyon olayı, reyting sisteminin değişmesi

Bence yılın tv olaylarından en önemlisi, reyting sisteminin değişmesi olmuştur. Yeni sisteme göre “Beyaz Türkler” olarak aşağılanan grup, artık televizyonda izleyecek program bulamayacak! Dizileri ise bu grup şimdiden unutsa iyi olur. Gazamız mübarek olsun!


Eskiden AB denilen bu grubun beğenileri saptanırken deneklerin eğitim seviyesi önemliydi, ama maalesef artık bu sistem değişti. Yani istediğiniz kadar okuyup diploma alın, rafine zevkler edinmek için yıllarınızı entelektüel dünyaya yatırım yapmaya harcamış olun, artık televizyonda izlemek istediğiniz programları belirleyen kitlede eğitim şartı aranmıyor! Yani 5000 lira geliri olan, ama hayatında eline bir kitap almamış, bir kere bile tiyatroya gitmemiş, nasıl seçildiği muamma olan deneklerin evlerindeki reyting ölçme aletleri ne gösteriyorsa onu izletiyorlar bize. Demokraaasi sandık demek zaten, son yıllarda en sık duyduğumuz cümle de “Milli irade ne derse doğru odur!” değil miydi? Milli iradeden her gün uzaklaşıyorsanız ve onu tanıyamıyorsanız bu da sizin sorununuz! İzlemeyin televizyon, henüz kapanmamışken tiyatroya gidin, sinemaya gidin, ya da eski dizileri, filmleri, programları düşünerek kendi kendinize avunun!



Her ne kadar son zamanlarda kendini tekrar ettiği için sıksa da olsun artık bir Yalan Dünya yok mesela. Kendi halinde bir dedektif olan Galip Derviş'in bile geçen akşam final bölümü vardı. Düzgün düzeyli bir aile dizisi olan, yılların sanatçısı Perran Kutman'ın oynadığı Ah Neriman 3-4 bölüm sonra kaldırıldı. Hatta dün gazetede okudum, Perran Hanım bu duruma o kadar üzülmüş ki, avuç avuç saçları dökülmeye başlamış! Kurt Seyit ve Şura bile Kıvanç Tatlıtuğ'a rağmen dayanamadı bu sisteme. Aykırı Sorular'da Enver Aysever'in tepeden
bakan hallerini hiç sevmezdim, onu bile mumla arayacağım aklıma hiç gelmezdi. Halkımız istiyor diye hani bir dönem arabeski yüceltmişlerdi ya, benzeri bir dayatma dönemi daha yaşıyoruz. Çoğunun adını bile bilmediğim, ama sayılarının 90'ı bulduğu söylenen garip dizilerde garip garip hikayeler anlatıyorlar artık. Bense çoktan Fransız kaldım bütün bu olup bitene..

Yani demem o ki, geçen sene televizyonlarda cahiliyeye methiye devri resmen başlamıştır, bu böyle biline! Bir zamanlar TRT2'de Pazar Konserleri vardı bilir misiniz, klasik müziğin en seçkin örnekleri yer alırdı, ahh ahh gıymatını bilememişiz!


** Televizyonun dahi çocuğu Acun, kanal satın aldı.

Gerçi 2013'ün sonlarında gerçekleşti bu olay ama 2014'de yankılandığı için ben konu başlığı olarak ele almak istedim. Elbette kazancında parasında pulunda gözüm yok. Ama işte insan inanamıyor. “Pre-intermediate” olduğu izlenimini uyandıran bir İngilizce ile dünyanın çeşitli ülkelerinin sahillerinde dolaşıp bikinili ablalara “meraba Türkiye” diye el sallatan bu arkadaş, artık bir medya patronu oldu! İnsanların eğlenmeye ihtiyacı var diye önce kanaldaki bütün ciddi haber ve düzeyli magazin programlarını kaldırdı ve şu anda Türkiye Acun ile eğleniyor. O ses bu ses takılıyorlar... Yani demem o ki, artık biz tv8 ile eğlenen bir toplum olduk. Devekuşu kabare düzeyinden fersah fersah uzaklaştık netekim. Ee her sistem kendi zenginlerini ve kendi eğlence anlayışını yaratır. Acun da bu dönemin zengini, yeni trend eğlence anlayışı da böyle. Yapacak bir şey yok!

**Kavgasız gürültüsüz tartışma programı kalmadı!

Eskiden sadece muhalif seslerin çıktığı tartışma programları olurdu. Yani işte duymak istediklerimizi birileri söyler, biz muhalifler de azıcık rahatlardık. Artık öyle bir şey yok, “ille de sağdan ve soldan birileri olmalı ki tartışma demokratik olsun!” kılıfı altında muhalif seslerin susturulduğu, kavga gürültü ile geçen sözüm ona tartışma programları var artık merkez medyada. Şirin Payzın'ın programını saç baş yolmadan izleyemezsiniz mesela, Ahmet Hakan derseniz keza öyle. Kadrolu tartışmacılar var, çıkıp birbirlerine bağırıyorlar, kimsenin kimseyi dinlediği yok. Ben şahsen kendime bu kadar eziyeti reva görmüyorum ve hiçbirini izlemiyorum. Sonra ne oluyor, hiç bir şey olduğu yok, olaylardan kopartıyorlar insanı zorla. İstenen de bu değil mi zaten. Ee televizyon yaşamı yansıtıyor. Sahi siz meclisi hiç bu kadar düzeysiz görmüş müydünüz?

** Nazlı Ilıcak magazinci oldu!




Haftasonu gözlerime inanamadım, Kanal D'de “Nazlı Ilıcak'la pazar gezmesi” adlı bir magazin programı vardı. Nazlı Ilıcak Fatih Ürek'İn evine gitmiş ve bildiğiniz magazin geyiği yapıyordu. Yıllarca tartışma programlarının kadrolu elemanı olup iktidarı övmek için kendini parçalayan Nazlı Hanım, artık muhalif olmuştu ve üstüne üstlük magazin programı yapıyordu! Buna ne diyebilir ki insan!
Kırmızı kar yağarsa da şaşırmayacağız artık. Hatta aynı performansı Nagehan Alçı'dan da bekliyorum ben. Kendisi eğer sabah şekerleri programı sunarsa hiç şaşırmayacağım. Tamam insan paraya ihtiyacı varsa her işi yapar da yılların Nazlı ılıcak'ını çözebilmiş değilim! Demek ki o gerçek bir kez daha kanıtlanmış oldu:
Değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir!” Ben burada 2015'e umutla bakabilmenin ipuçlarını da görüyorum. Nazlı Ilıcak önce muhalif, sonra da magazinci olmuşsa, demek ki kimler ne olmaz değil mi ama!

**Kim kiminle nerede nasıl?
Madem magazin haberi yapıyoruz, hakkını verelim. Devam ediyorum ben:
Yılmaz Erdoğan âkil adam oldu, BKM mutfağın çömezleri de ülkemizin güzide komedyenleri olup çıktılar. Hatta öyle bir yükseldiler ki, Vodafon gibi dünya devi firmaların reklam yüzü bile oldular, paraya para demiyorlar. Yıllardır havuçlu ana ve hıyarlı babaya yıkıla yıkıla gülüyoruz ülke olarak... Recep İvedik 248 vizyona girecek neredeyse, serinin her filmi rekordan rekora koşuyor. Ha sahi bir de Yavuz Bingöl var, kendisi merdivenleri üçer beşer atlıyor. Osmanlı döneminde Nedim vardı yanılmıyorsam, Nedim misali yeni fenomenlerden.
....
Bir zamanlar TRT-2
Daha çok şey var anlatacağım, koca yılın muhasebesi öyle kolay kolay biter mi... Yarına devam ederiz, bu arada sizin aklınıza gelenler olursa çekinmeyip yorumlarınızla katkıda bulunmanızdan mutluluk duyarım. Birlikte 2014'ü düzeyli magazinle kapatalım, anımız olsun :)


Devamını Oku

24 Aralık 2014 Çarşamba

Ayşe Kulin, Handan'la gönlümü aldı!

Hani bazı kitaplar vardır, elinize alırsınız, o kadar bırakamazsınız ki, mutfakta bir elinizle çorba karıştırır, diğer elinizle de kitabı tutup okumaya çalışırsınız! Handan da öyleydi benim için. Geçen cumartesi gecesi uyku öncesi 30-40 sayfa okudum, kalanını da pazar günü öğlene doğru bitirdim. Dedim ya, en son okuduğum, pek de hissedemediğim Füreya (yazısı burada)
kitabından sonra Ayşe Kulin Handan'la gönlümü aldı benim.



Ayşe Kulin - Handan


Halide Edip'in -kadın psikolojisini anlatan ilk yerli eser- olarak bilinen ünlü Handan'ını almış, kendi Handan'ıyla öyle güzel harmanlamış ki yazar, ortaya keyifle okunası bir kitap çıkmış, "emeğine ve yüreğine sağlık" demeliyim yeri gelmişken.

Evet kadınlar duygusaldır, duygusallıkları tavana vurduğunda, yani aşık olduklarında, yani terk edildiklerinde, hele bir de aldatıldıklarını hissettiklerinde neler yapmazlar ki!

Ayşe Kulin'in Handan'ında bir kadının duygusal iniş çıkış anlarında neler yapabileceğini görüyoruz, görmüyoruz aslında tanık oluyoruz, tanık da olmuyoruz belki de, içten içe yaşatıyor bize yazar olan biteni. Yani kitabı okurken Handan oluyoruz, kimi zaman Halide Edip'in Handan'ı, kimi zaman da Ayşe Kulin'in modern Handan'ı...

Aşklar, ihanetler, zorunlu yalnızlıklar ve hayatın getirdiği beklenmedik olumsuzluklar akıp giderken Handan hep ayakta, hep dimdik, hep güçlü... Yani bir kadının olması gerektiği gibi, veya zaten çoğunlukla olduğu gibi.

Handan-arka kapak yazısı


Kitap, dörtlemenin sonuncu kitabıymış:

Gizli Anların Yolcusu”'nda İlhami'yi, “Bora'nın Kitabı”'nda Bora'yı, “Dönüş”'te de İlhami'nin kızı Derya'yı anlatmış yazar. Bu karakterlerin hepsi Handan'da da geçiyor ama diğer kitapları okumadığınız için anlamadığınız bir yer olmuyor. Ben bu üç kitabın hiçbirini okumadım, belki de ters sıralamayla devam ederim seriye belli mi olur.

Yazar Gezi'ye selam çakmış.

Yazar kitabın son bölümünde hikaye kahramanlarına yani Handan'a, yani Handan'ın yeğeni Defne'ye gezi olaylarını yaşatmış. Güzel de olmuş, o tarihi günler ne kadar çok romanda, hikayede, filmde, şarkıda geçerse o kadar iyi olur. Zira toplumsal hafızamızın karne notu pek iyi değil biliyorsunuz.

Son Söz

Kitap tavsiyelerime güvenen siz değerli takipçilerim; ben bu kitabı beğendim. Akıcı bir anlatımla yazılmış,  içimizden birilerinin öyküsünü okumak isterse canınız, belki bu tavsiyemi hatırlarsınız.

Gidiyorum ben, işe yetişmem gerek. Şahane bir gün diliyorum hepinize...







Devamını Oku

22 Aralık 2014 Pazartesi

Nice sigarasız yıllara!

Dün insanlık için önemsiz, benim içinse çok ama çok önemli bir olayın yıl dönümüydü. Evet geçen sen dün, bundan tam 1 sene önce, yani 365 gün geri sayımla ben sigarayı bırakmıştım!

Sigarayı bırakmak mutluluktur!

Alkışlar kendime gelsin diyorum, hiç de mütevazı olmayacağım bu konuda. Nice senelere temiz kokan saçlarım, nice senelere daha çok oksijen alan ciğerlerim, nice senelere zehirli madde girmeyen iç organlarım...
Hani vardır ya sigarayı bıraktıktan sonra ne faydalar görürsünüz çizelgeleri, işten ben şu aşamadayım:

Sigarayı bıraktıktan 1 yıl sonra:

Akciğerler kendini temizleme yeteneğini tekrar kazanır
       •Sigara içen birisine göre sigaraya bağlı kalp krizi riski yarıya düşmüştür.

Neler hissediyorum, neler gözlemliyorum:
Artık sigara kokusu ve dumanından rahatsız olmaya başladım. Geçenlerde boyu yaklaşık benim kadar olan ve de sigara içen bir arkadaşımla bir kafede oturmuş çay içiyorduk. Arkadaşımın ağzından yayılan sigara kokusuna abartmıyorum gerçekten de tahammül edemedim. Boylarımız aynı seviyede olduğu için ağız hizası da tam benim burun hizama denk geliyordu ve o koku, Oh My God yani!! Sandalyemin yönünü çevirdim hemen ve sigarayı bıraktığım için bir kez daha mutlu oldum kendi kendime.
Gerçekten de sigara içenlerin kokusu çok ama çok itici geliyor artık.

Sigarayı bırakınca mis gibi kokarsınız!

Bir de sigarayı bırakmak isteyen ama bir türlü bırakamayanların çaresizliğini, suçluluk duygusunu, konuyu ört bas etme çabalarını daha iyi görebiliyorum, ben de öyleydim bir zamanlar. Bırakmak isterdim, bırakamayınca da üzerimde ayrı bir gerilim olurdu. Artık öyle sorunlarım yok ve hayata karşı daha güçlü hissediyorum kendimi.

Benden tavsiye isteyen arkadaşlarıma hep şunu söylüyorum:

Bıraktıktan sonraki başarı duygusunu, o hazzı yaşamanız lazım! Düşünsenize milyonlarca insan kurtulmak için çaba sarfedip başaramazken siz bu sorunu çözenler tarafında, yani haklı gururlarını doyasıya yaşayan mutlu ve başarılı insanlar tarafında yer alacaksınız! Ne şahane bir duygu bu!

Sigarayı bırakmak için beni ne motive etti?
Çevremde sigarayı bırakanların büyük bir çoğunluğu ya ağır bir enfeksiyon geçirdiği için, ya ciğerlerinde türlü türlü sorunlar yaşadıkları için, yani sigara yüzünden hastalandıkları için sigarayı bırakmışlardı. Ben böyle bir şeyi ne  yaşamak, ne de yakınlarıma yaşatmak istemiyorum dedim kendi kendime. Hastalanana kadar sigara içip sonrasında mecburiyetten bırakacağıma özgür irademle, kendi istediğim için bırakmalıyım bu kötü alışkanlığı dedim. Hani halk arasında denir ya, “ben onu bırakamıyorum ama o bırakacak beni bir gün!” İşte bunu yaşamayı kendime yediremedim. Çok etkili bir motivasyon oldu, nitekim yokuş çıkarken tıkanmıyorum, nefesim açık, şahaneyim! Vücuduma bile bile zarar vermediğim için vicdanım son derece rahat.

Sigarasız hayat şahane!

Evet biraz kilo aldım.
Hayatımda hiç kilo sorunum olmamıştı, evet 6-7 kg aldım. Ama doktor arkadaşım bir yıl sonunda bu kiloları kolaylıkla verirsin dert etme diyor. İlk zamanlar dert ediyordum, artık etmiyorum. Bağımlı olduğum sigarayı bırakmışım 6-7 kiloyu mu veremeyeceğim diyorum! En kısa zamanda kilolar da gidecek ve kuşlar kadar hafif ve özgür olacağım.

Sonuç;
Sonuç muhteşem, darısı tüm bağımlıların başına diyorum.
Sağlıklı günler diliyorum hepinize..

NOT: Bırakırken neler hissetmişim, nasıl mücadele etmişim merak edenler buraya bakabilir.


Devamını Oku

19 Aralık 2014 Cuma

Mahmut Mahmutpaşa'dan giyiniyor dedirtmem!

Evin erkeği Mahmut da bir tuhaf! Para kazansınlar diye ev ahalisine olmadık baskıyı yapıyor ama, kendisi alt tarafı mahallenin kahvesine giderken bile janti giyinmeyi ihmal etmiyor. Gitmiş “EfendiAdam” markalı takım elbise almış kendine. İngiliz Lordları gibi dolaşıyor ortalıkta!

 “Kaç para verdin bu elbiseye?” diyor komşular, çıt yok kendisinde. “Yahu söylesene be adam, kaç para verdin bu çula çaputa?” diyor evin hanımı Nermin, yine çıt yok. Bir afra bir tafra ki sormayın gitsin, dokunan yanar hesabı!


Nermin nasıl gidip sorsun EfendiAdam mağazasına elbisenin kaç para olduğunu, kapıdan içeriye bile sokmazlar! Ne yapsın ne etsin, aklına mahallenin kaşı gözü oynayan “kaçın kurrası!” terzisine sormak geliyor, bilse bilse o bilir diyor. Nitekim kalkıp gidiyor terzi Muhsin efendiye. Muhsin efendi diyor ki,
 “Hmm bu elbise 10.000 eder!” 
Alıyor mu bizim Nermin'i bir telaş! Çoluk çocuk cümle cemaat çalışıp didinip anca bir senede kazanıyorlar o parayı, o da geldiği gibi gidiyor zaten, kalanı borç harç! 

Akşam eve gelsin hele o Mahmut, göstereceğim ben O'na gününü!” diyor kendi kendine.

Akşam oluyor, sanki çok çalışmış gibi afra tafrayla eve adımını atar atmaz Mahmut, yayılıyor etrafına en negatifinden kötü bir enerji. Ya sabır çekip, biraz da korkusundan bunca yıldır katlandığı Mahmut'a soruyor Nermin:

Bu elbise on bin edermiş diyolar Mahmut, doğru mudur bu? Çoluğumuzun çocuğumuzun rıskını nasıl yatırırsın çula çaputa, azıcık tasarruf et!”

Mahmut önce bir afallıyor, neye uğradığını şaşırıyor. Nermin kim oluyor da koskocaman(!) Mahmut'a hesap soruyor! "Demek ki o mendebur kardeşinin komplosuna geldi, bana darbe yapacak bu Nermin!" diyor içinden. "Yoksa zehirleyip öldürecek mi beni bu kadın!" diye bir düşünce geçiyor aklından. Neyse diyor kendi kendine, bozuntuya vermemek lazım, Nermin'in peşine birilerini takayım da bakalım kimlerle konuşuyor, benimle ilgili hangi hain planları ya-pıyor bir öğreneyim diye düşünüyor.. O mendebur kardeşinin kasedini çekeyim de görsün bakalım Mahmut'un gücünü diye düşününce rahatlıyor. İki nefes alıp cevap veriyor:


Kim demiş on bin diye, millet de kıskançlığından ne diyeceğini bilemiyor. On bin değil, on bin yüz küsür ediyor bu elbise! Evin rızkı mızkı deyip durma be kadın! Kaç senedir mahallede bizim de bir raconumuz var icabında, ben mahalle kahvesindekilere 'Mahmut Mahmutpaşa'dan giyiniyor' dedirtmem! Biraz daha çalışırsınız olur biter ne abartıyosun! Sen sadece gündüzleri değil, geceleri de git temizliğe! Bizim oğlan 4' e kadar okudu, yeter daha okuyup ne yapacak, artı dördünü de okumayıversin; gitsin terzinin yanında çıraklık yapsın. Güllü kızı da başlık parasına sattık mıydı, öderiz elbisenin borcunu! Şunu kalın kafana sok hem sen:


Prestijin tasarrufu olmaz hanım!
Devamını Oku

17 Aralık 2014 Çarşamba

Blog'unuzu meşhur edecek tüyolar!

Viral yani virüs gibi yayılıp herkese “bulaşan” içeriklerimiz olsun istemez miyiz? İçeriğimiz sosyal medyada paylaşılsın, hatta sokakta insanların konuşacağı kadar ünlensin istemez miyiz? Elbette isteriz, hangi blog yazarı istemez ki?

O halde Bumerang'ın düzenlediği “4. İyi İçerik Atölyesi”nde en beğendiğim sunumlardan biri olan “Viral İçerik Nasıl Oluşturulur?” konu başlığından neler öğrendiğimi aktarayım size kısaca. Sunumu Radikal'den Oktay Vural Alkaya ve Eda Utku yaptılar, kendilerine yeri gelmişken teşekkür de etmek isterim.


TREND AVCILARI

Hayalet avcıları, moda avcıları, beyin avcıları duymuştum ama “trend avcısı” tanımlamasıyla ilk kez karşılaştım açıkçası. Habercilik dünyasındaki trend avcılarının görevi, dünyanın herhangi bir yerindeki haber kaynağına ulaşıp detaylardan içerik üretmekmiş.

Hani bir zamanlar Levent Kırca'nın meşhur karakteri vardı, adı “Tam Teçhizatlı Kameraman Cevat Kelle!” idi.  Sırtında klozetten tutun da tost makinesine kadar her şeyi taşırdı. Trend Avcıları da Cevat Kelle'nin günümüz versiyonu diyebiliriz. Sürekli karşılarında ekran açıktır, editöre haber paslamak için var güçleriyle çalışırlar.

Peki nasıl bulur trend avcıları viral içeriği, nedir bu işin özü? İşte size değerli ve  hap şeklinde  özetlenen sır:

  1. Kışkırtıcı bir başlık,
  2. Empati kurulabilir dozda duygusallık,
  3. Göreni paylaşmaya yönelten özgünlükte içerik.
Örnek mi istiyorsunuz,  internetten Upworthy sitesine bakabilirsiniz. Bir buçuk sene gibi kısa bir zamanda aylık 88 milyon okuyucu kitlesine ulaşmışlar! Onların sırrı kışkırtıcı başlıklarda.

Şimdi de #Radikalist etiketiyle karşımıza sık sık çıkan, cazip başlıklı örneklere bakalım:

*Bilinen tarihin öksüz kalmış 9 piramiti 
*Antik çağların kaybolmuş 7 teknolojik harikası

Bu başlıklar merak uyandırıyor, hatta şimdi içinizde bu başlıkları Google'a yazıp aratanları görüyor gibiyim.

İÇERİK BULMA KONUSU

Size bu konuda çok güzel bir tüyo verebilirim.

Merak ettiğimizi bilmediğimiz konuları araştırmak!

Örnekler yine Radikalist'den.

-Bugün kalkıp Dublin'e gitmek için 15 sebep
-Devrimi mutfakta başlatan 10 Latin Amerika yemeği

Dublin aklınıza gelmemişti değil mi, bir yere gitmek isterseniz aklınıza Paris gibi, Prag gibi popüler destinasyonlar gelir çünkü.  Aslında merak edebileceğiniz ama aklınıza gelmeyen konu başlığına verilebilecek güzel örnekler bunlar.  Sahi ya neymiş acaba Dublin'i özgün kılan şey deyip okumaz mısınız bu başlığın altındaki yazıyı?

Burada mesele, alışılmış klişelerin dışına çıkan şeyi insanlara kabul ettirmek. Şimdi düşünün, bir arkadaşınız, Facebook sayfasında “Bugün kalkıp Dublin'e gitmek için 15 sebep” başlıklı bir yazı paylaşmış. Ne düşünürsünüz?

-Vay be Selin'e bak, demek Dublin'e gitmeye karar vermiş!
-Demek Selin'de böyle de bir vizyon varmış. Ben O'nu sıradan biri zannederdim, hmmm bak sen!
-Neymiş sahi bu Dublin meselesi ya, Dublin neredeydi aklım karıştı şimdi!
-Ben de paylaşayım da havam olsun!
.....

LİSTE İÇERİKLER

Maddeler halinde yazılan yazılar, okuyucunun sayfada kalmasını sağlar. Merak eder okuyucu, sonraki madde neymiş, bir sonraki madde neymiş..

Örnek yine Radikalist'den:

-7 maddede dünya haritasının ardında yatan saklı gerçekler!

Başlığını görseniz merak etmez misiniz? Birinci madde ilginizi çektiyse diğer maddelere de yönelmez misiniz?
İçeriğin içinde komplo kokusu almışsanız, zaten merakınız daha da artacaktır. “Ne yani, burada da mı manipule olduk!” diyenler içeriği merakla okuyacaklardır.

HİKAYE ANLATMAK

Başlık şöyle:

“İntihar etme, gel çay içelim diyerek 500 kişiyi kurtardı”

Burada bir hikaye var belli ki, merak edersiniz, hikayede ne olduğunu okumak istersiniz.

Viral içerikte döngü belli:

TIKLAMA > DÜŞÜNMEDEN PAYLAŞMA

VİRAL İÇERİK ÖRNEKLERİ

Mesela geçenlerde Rusya'da donan uçağı yolcuların itmesi konusu viral olmuştu, "sütü seven kamyoncu" klibi viral olmuştu, yine viral olan caps'ler var biliyorsunuz. İlber Ortaylı capslerini bilmeyen var mı?

İlber Ortaylı Caps'leri

Gangham Style'ı  aramızda izlemeyen kalmamıştır herhalde. En son 2 milyar 166 milyon kişi izlemişti. Gerçi bu başarıyı Gangham Style'dan çok O'nu meşhur eden viral içerik editörü hak ediyor.

Viral olmasın da ne olsun :)

 Çok da araştırmaya gerek yok aslında, yurdum insanı malzemelerinin hepsi başlıbaşına viral olabilecek kapasitede. “Normalde ben, şunu yaparken ben” caps'leri aynı şekilde. Aslında burada durum komedisi ile kendi hallerimizi anlatıyoruz.

Bir de ONLARDA /BİZDE caps'leri var biliyorsunuz. Onlarda havalı duranlar, bizde çoğunlukla komik olabiliyor. Aslında Türkiye'de gündemi takip ederek bolca viral malzeme bulabilirsiniz.


Onlarda-bizde caps'leri

Yanlış anlaşılma olmasın: VİRAL DEMEK, KOMİK İÇERİK DEMEK DEĞİLDİR.

Philae'nin indiği kuyrukluyıldızdan esrarengiz bir 'şarkı' yayılıyor” haberi de viral olmuştu. Bu haberi “kuyrukluyıldızın sesi” “kuyrukluyıldızdan yayılan ses dalgaları” gibi kuru bir başlıkla verselerdi böyle bir etkisi olmayacaktı


Özetleyecek olursak, iyi bir viral içerik için gerekenler:

1- Duygusal bir başlık
2- Gönüllü viral elçileri
3- Farklı içerik

Son olarak diyorum ki, bu yazıyı meşhur edecek "gönüllü viral elçileri" aranıyor, onlardan biri de neden siz olmayasınız ki, kalın sağlıcakla ☺


Devamını Oku

14 Aralık 2014 Pazar

İyi kalpli küçük canavarlar!

Hani sevdiğiniz yazarlar vardır, “yeni bir şey yazsa da keyif alarak okusam” dersiniz. Denk geldiniz mi bilmiyorum ama bu yazarların bazıları çok da güzel konuşurlar, müthiş hikaye anlatıcılıkları her daim devrededir.

2014 Bumerang Content Marketing Konferansı
Hürriyet'in sevilen yazarı Ertuğrul Özkök de onlardan biriymiş. Geçtiğimiz çarşamba günü Bumerang'ın düzenlediği Content Marketing Konferansı'nın ilk konuşmasını kendisinden keyifle dinlerken fark ettim bunu.

Ertuğrul Özkök'ün konuşmasının ana başlığı şuydu:

21. Yüzyıl Oyununda “Kötü” karaktere yatırım yapmak neden daha kârlı bir iştir? 

Bu ciddi başlığın altını öyle güzel bir hikayeyle doldurmuştu ki, açıkçası hiç sıkılmadan dinleyerek çok güzel şeyler öğrendim anlattıklarından ve olabildiğince detaylı aktarmaya çalışacağım sizlere de..


Yazarın konu hakkındaki düşünceleri torunu Sinan Ali'nin playstation ile oynarken kötü karakterleri öldürmesiyle başlıyor. Şöyle söylüyor Sinan Ali:

Onlar kötü değil ki, iyi insanlar. Asıl kötü olan benim, çünkü onları öldürüyorum!”

Bunları söyleyen Sinan Ali, evde şeltoksla sinek öldürmelerine bile izin vermezmiş üstelik, video oyununda onlarca karakteri öldürürken, gerçek hayatında canlıları korumak O'nun için çok önemliymiş.

Hayatında ilk kez duvar kertenkelesi gördüğünde yaptığı yorum ise “iyi kalpli küçük canavar” tanımlamasıymış zaten.

Sinan Ali sayesinde düşünmüş Ertuğrul Özkök, kötü karakterlerin aslında o kadar da kötü olmadığını ve hatta 8-9 yaşındaki bir çocuğun hayatında nasıl önemli bir yer edinebileceklerini... 

Bu arada Sinan Ali ile ilgili bir parantez açmadan olmaz. Büyükbabası Özkök, büyüyünce O'nun Cristopher Nolan gibi olacağını söylüyor. Çünkü 3 sene önce bir sabah kalkmış şöyle bir cümle kullanmış:

Anne dün gece benim odama rüya geldi, sen de gördün mü?”

Ertuğrul Özkök, Inception filmi kadar anlayamayacağı bir cümle olduğunu söylüyor bunun. Gerçekten de üzerinde düşününce nasıl da derinliği var! İşte buradan yola çıkarak, duvardaki kertenkelelerden iyi ekonomik yatırımlara nasıl geçileceği hakkında şahane bir fikir jimnastiği yaptırdı bize..
Ertuğrul Özkök anlatırken...

Bakın nasıl güzel bir giriş cümlesiyle başladı:

“Sinan Ali'nin bilgisayar oyununu ben almıştım. İyi bir şey yaptığımı düşünürken, aslında 150 lirayı kötü karakterlere yatırmışım! “

Gerisini ben hiç araya girmeden yazarın ağzından aktarmak istiyorum:

Aslında çok da garipsememek lazım bu durumu, hatta benim bunu çok daha önceleri fark etmem lazımdı. 1964 yılına dönüş yapıyorum şimdi. O dönemlerde bizim çok kötü bir kahramanımız vardı; adı Ahmet Tarık Tekçe.


Ahmet Tarık Tekçe, unutulmaz kötü karakter!

Ahmet Tarık Tekçe'nin oynadığı filmlere gittiğimiz zaman, salondaki kadınlar, O sahneye çıkınca beddua okumaya başlarlardı, yani toplumsal olarak O'nun kadar ifrit olduğumuz karakter yoktu. Son dönemlerden geliyor mu aklınıza birileri? Neyse...



Kötü karakterler sevilir!
1964 yılında bir gün, Ahmet Tarık Tekçe'nin trafik kazasında öldüğü haberi geldi ve ben hayatımda o kadar ağladığımı hatırlamıyorum! Birden hayatımızın en önemli figürlerinden biri çıkıp gitmişti. O gidince geride kalan iyilerin de anlamı kalmamıştı ki!

Ben küçükken hayallerim vardı, o zamanlar dijital dünya da olmadığı için hayallerimizle yaşıyorduk. Hayalim basitti, mütevazıydı. Matbaa işçisi olan babam çok zengin oluyor, futbola da meraklı olduğum için Rio De Janerio'daki Maracana stadının küçük bir modelini yapıyordu, o stat benim oluyordu ve 6'şar kişilik takımlar halinde maçlar yapıyorduk. Aslında bunu istememin gerçek nedeni şuydu: Takımları kendim belirlemek istiyordum. Yani sen takıma gir, sen girme diye... Babam zengin olamadı, ama iyi niyetli bir adamdı, bana bir futbol topu aldı. Şimdi size basit geliyor, o dönemlerde futbol topuna sahip olmak demek, Karl Marx'ın anlattığı üretim araçlarına sahip olmak gibi bir şeydi.

O futbol topuna sahip olduğum zaman anladım ki, takımları kendin belirlemen için ille de Maracana stadına sahip olman gerekmiyor!

O top sayesinde mahalledeki takımları belirlemeye başladım ve İlk defa Marksist teori çerçevesinde kendi içimde kötülük yapma kabiliyetinin olduğunu da orada anladım. Çünkü mahallenin en iyi top oynayan çocuklarından bir tanesini benim beğendiğim kıza asılıyor diye takıma almamıştım. Ve üretim araçlarının ne olduğunu da ilk defa orada anladım.

 Gerçekten Marx haklıymış, çünkü üretim araçlarına sahip olanlar, müthiş bir üstünlük sağlayabiliyorlar ve bu durumu kötüye kullanabiliyorlar.

 Gerçi ben bu durumu daha fazla kötüye kullanmadım, kızla aram düzelince, yani çocuk benim için tehlike olmaktan çıkınca o çocuğu tekrar takıma aldım.

Her çocuğun böyle hayalleri vardır, fakat bana kötü karakterle ilgili ilk dersi veren insanın hayali benim gibi değildi, Amerikalı bir adamdı, ve ben bu Amerikalı adamı 2013 yılında San Francisco'da tanıdım.

Adamın adı Bob Iger'dı. Dünyanın en büyük eğlence şirketi olan Disney'in Ceo'su... Yaşı benden sanıyorum birkaç yıl küçük ama onun hayatı da benim gibi Spiderman, Demir Adam gibi karakterlerle başlamış. Bana anlattığına göre küçükken Marvel karakterlerinin hayranıymış. Herhalde babasından büyük şeyler istemiş ve babası da almamış olacak ki, O da bunun karşılığını yıllar geçtikten sonra Marvel şirketinin tamamını satın alarak vermiş.. 2013 yılında Disney şirketinin 90. kuruluş yılı dolayısıyla beni San Francisco'ya davet etti. Ve ben, çocukluğumun kahramanlarının olduğu şirkette 6 gün geçirdim.

Captain Marvel "Shazam" deyince güç kazanır!

Bob Iger'ın 2006 yılında şirketin başına geldiği zaman yaptığı önemli ilk iş, 3 şirketi satın almak oldu. Önce Pixar'ı aldı Steve Jobs'dan, arkasından “Marvel Comics” denilen Marvel karakterlerinin bulunduğu şirketi aldı, ardından da Star Wars'ı yapan Lucas Film'i aldı. Bunun için ödediği para 15 milyar dolardı! Disney halka açık bir şirket olduğu için o dönem çok büyük eleştiriye maruz kaldı. Gazeteler yazdılar, şirketin parasını boş işlere harcadın, şirketi batıracaksın dediler. İşte o Bob Iger'la bir sabah kahvaltıda konuşurken ben de o bütün ukala, burnundan kıl aldırmayan ekonomistler gibi biraz daha yukarıdan bakarak dedim ki:

Bob, niye aldın Marvel karakterlerini? Yani Spiderman'i daha önce Sony almış , elinden gitmiş, X Men'i başka şirket almış.."
 Bana dedi ki Bob, "Say bakalım Marvel karakterlerini!"
Ben de iyi bir Marvel uzmanıyım. Çünkü İzmir'de çocukluk yıllarım Amerikalıların çöp kutularını karıştırıp bulduğum Marvel kitaplarını okumakla geçti, İngilizceyi de öyle öğrendim zaten.
Başladım saymaya, Demir Adam, X Men, Spiderman, Yüzbaşı Amerika... Altıncı veya yedinci karaktere geldim, "ee sonra?" dedi, sekizinci karakteri bulamadım! 
"Tam 7000 karakter var !"dedi ve ekledi:
"Ama senin gözün sadece iyi kahramanlara çevrili olduğu için sen arkadaki kötü kahramanların ne kadar değerli olduğunun farkında değilsin. Bana ekonomik olarak kötü yatırım yaptığımı söylüyorsunuz, sadece Demir Adam'ın gişesi 3 milyar doları geçmiş..."

Disney'in 7000 karakteri!

Hikayeyi bilirsiniz, Pandora'nın kutusu açılır ve bütün kötülükler dünyaya saçılır. Ama insanlar bu yayılanların kötülükler olduğunun farkına da varmazlar, çünkü hepsi çok eğlenceli ve çok cazip şeylerdir. Pandora'nın kötülükleri için kullanılan kavram “kötü güzellik"tir ve bu kavram ilk kez bu olgu için kullanılmıştır. Aslında yıllar geçtikçe insanların kötüye karşı olan şuursuz cazibesinin başka örneklerini de görürüz. 
 Dante'nin kitabını çoğunuz okumuşsunuzdur, ben de yılda en az bir kez okurum, ama hep okuduğum bölüm cehennem! Kötüleri okuyorum ben, içinizde bu kitapta cenneti okuyan hiç yoktur belki de. Ben bile bu kadar meraklı olduğum halde tamamını okumadım sanırım. Zaten dünya edebiyatına, dünya sanatına gerçek ilham veren örnekler hep cehennemden çıkmıştır. İyi taraftan çıkmamıştır. Çünkü kötü karakterler hiç unutulmazlar.

*******************

Ertuğrul Özkök bu güzel konuşmasını yaparken 21. yüzyılda kötü karakterlere yapılan yatırımın ekonomik boyutu zaten zihnimizde fazlasıyla canlanmıştı. Şahane bir anlatımdı, gerçi bütün konuşmaları aktarmadım size ama umarım bu yazdıklarımdan sizler de ilham almışsınızdır. Bu güzel konuşmayı aktarırken bir hatam olmuşsa, sürç-i lisan etmişsem de kendisinin beni affedeceğini düşünüyorum.

Son bir hatırlatma, kötüleri övmedik yanlış anlaşılmasın, gerçeklerdi anlattıklarımız.

Keyifli pazarlar...

Devamını Oku

8 Aralık 2014 Pazartesi

Orhan Kemal'den bir kitap okudum; SUÇLU-1


Kitapçıların önünden geçemem ben, bir yere yetişeceksem bile içeri girer hızlı hızlı da olsa dolaşır, kitapları görüp onlara dokunmayı çok severim. Geçenlerde Kabalcı Kitabevi'nin önünden geçiyordum, vaktim de vardı ve daldım hemen içeriye. İndirimli kitap reyonunda Orhan Kemal kitaplarının sadece 2 TL'ye satıldığını görünce Suçlu-1 ve Suçlu-2 Sokakların Çocuğu kitaplarını hemen aldım sevinçle.

Suçlu-1 Orhan Kemal
Severim Orhan Kemal'i, kitap okuyor gibi değil, Türk filmi izliyor gibi hissettirir bana. Çukurova'daki tarım ve fabrika işçilerinin hayatını, İstanbul'daki yoksul mahallelerde yaşanan ekmek kavgasını O'ndan daha güzel anlatan yoktur. Göz önünde olmayan hayatlara dokunur, küçük insan hikayeleri ile büyük büyük teorilerin anlatmak istediklerini özetler. Dokunaklı yazar, diyaloglar çoktur O'nun anlatılarında. Öyle bir konuşturur ki kahramanlarını, onlarla hemhâl oluverirsiniz hemen, çoğunlukla gözleriniz dolar Orhan Kemal'in hikayelerinde, gülümsediğiniz de olur elbet.

Bu kitapta da Cevdet'in hikayesi var. Üvey annesinin ısrarına karşı koyamayan babası yüzünden, 12 yaşında iken okuldan alınıp sokaklarda işportacılık yaptırılan Cevdet! Bir gün bu yaşadığı eziyetlerin hepsinden kurtulmayı kanlı canlı hayal edebilen Cevdet!

Suçlu-1 Arka Kapak yazısı


Cevdet sokaklarda yaşam mücadelesi verirken O'nu çok seven güzel küçük çingene kızı Cevriye'nin zorla topuklu ayakkabı giydirilip dudakları boyatılarak, zorla sokaklarda dans ettirildiğine şahit oluyoruz. Cevdet'in gururlu dünyasında sorunlardan kaçmak için nasıl da Tommiks Teksas kitaplarına sarıldığını, kitap kahramanı Aslan Tomson olup bir gün Amerika'ya nasıl kaçacağını birlikte hayal ediyoruz Cevdet'le.

Kötüler bir şekilde cezasını çekerken, her türlü zorluğa rağmen hayatta hep umudun var olduğu mesajını veriyor yazar bize satır aralarında. O kadar güzel anlatıyor ki hikayeyi, Cevdet gözümüzün önünde canlanıyor, üvey anne Şehnaz sanki karşımızda camdan sarkmış bize bakıyor, Kosti, Hasan ve bütün çocuklar tanıdık geliyor. Şöfor Adem'den zaten nefret ediyoruz...


Dedim ya ben seviyorum Orhan Kemal'i, görünce okuyasım geliyor. Size de tavsiye ediyorum.
Devamını Oku