19 Şubat 2015 Perşembe

Farkında mısınız, bir tarihe tanıklık ediyoruz!

Şu anda saate bakıyorum, 19:13. Dışarıdan slogan sesleri geliyor, protesto ve ıslık sesleri de var. Çünkü her gün bir şeyler oluyor güzel ülkemde ve bardaklar taşıyor, insanlar sokaklara dökülüyor. Haykırıyorlar, içlerinde biriken nefreti kusuyorlar, kusmasalar iç organları zehirlenecek belki de. Öyledir ya, zehirlenince kusulur, gerekirse zorla kusturulur içine zehir kaçan kişi. İşte sokaklarda olan biten de bünyenin zehirlenmesine ramak kala, insanların hayatta kalma çabaları değil mi!

Haklılar, sonuna kadar haklılar hem de... Kusmasalar ölecekler çünkü, haa kusunca ölmeyecekler mi, orasını bilemiyorum şu an. Belki de çok değil 20-30 sene sonrasında tarihe not düşülmeye başlanacak bütün bu olup bitenler. Tıpkı 12 Eylül'ün üzerinden sadece 35 sene geçtikten sonra, yani günümüzde, o devirde olan bitenlerin ortaya daha net saçılıyor olması gibi...



Hiç böyle hissetmemiştim ben! Tarihe yakından tanıklık ettiğime hiç bu kadar yakından tanık olmamıştım! Belki de yeni okuduğum, etkisinden henüz kurtulamadığım Devir romanındandır bilemiyorum. Çok değil, 20-30 sene sonrasında kimbilir neler yazılacak, çizilecek, anlatılacak yaşadığımız bugünler hakkında düşünsenize. İnsan cidden ürperiyor! Dedim ya, çok önemli bir dönemden geçiyoruz hep birlikte. Dolayısıyla gözümüzü dört açalım, olan biteni doğru algılamaya çalışalım, galeyana gelmeyelim, ajitasyonlara gelmeyelim!

Bir kez daha altını kalın kalın çizmek istiyorum; gerçekten de bir döneme tanıklık ediyoruz hep birlikte. Klişe cümle olduğu için söylemiyorum bunu. Sokakta toplumsal anlamda bir devinim var, olumlu ve olumsuz açılardan dönüşüm var, görmüyor musunuz? Çok değil bundan 10-15 sene öncesinde böyle miydik, bir düşünün...


Ben hatırlıyorum da, en azından yaşadığım semtte her gün sokaklarda eylem olmuyordu, bu kadar kötülük saçılmamıştı ortaya. Komşu komşudan, esnaf kendi gibi düşünmeyenden, açık kapalıdan, kapalı açıktan, doğulu batılıdan, kuzeyli güneyliden, sakallı küpeliden bu kadar nefret etmiyordu. Elektrik faturaları bu kadar kabarık gelmezdi, ne bileyim domates daha ucuzdu, daha az insan işsizdi, tekstil sektörü henüz batmamıştı mesela, işyerlerinde senede iki zam almak normaldi, ikramiye diye bir kavram bile vardı! Her yer bu kadar avemelerle dolup taşmamıştı, Avrupa Birliği'ne girme umudumuz daha yüksekti, toma nedir bilmiyorduk, biber gazı hayatımızın merkezine oturmamıştı, AKM'de gösteriler oluyordu, Taksim bu kadar çirkin değildi, Beyoğlu'na eğlenmeye gitmekten korkmazdım, televizyon kanallarındaki haberler tek tip değildi, farklı sesler çıkaranların üzerine bu kadar gidilmiyordu, sosyal medya yoktu belki ama, sosyal medyada yazdığı bir cümle yüzünden hapse atılan insanlar da yoktu! Gece saat 22'den sonra bakkaldan bira alabiliyorduk, televizyonda şarap kadehi görüntüsü henüz yasaklanmamıştı, bonzai kelimesini duyunca aklımıza sadece küçük ağaçlar geliyordu, milli bayramlarda Atatürk anıtlarına çelenk koyanlar cezalandırılmıyordu, sekiz yıl zorunlu eğitim vardı, atanamayan öğretmen sorunu bu kadar ciddi boyutlarda değildi, zeytin ağaçları kesilmiyordu, bu kadar çok maden kazası yoktu, metrobüs yoktu hayatımızda, ama metrobüs çilesi de yoktu...  Kusanlar vardı mutlaka ama herkes kendi evinde, bilemediniz televizyondaki haberler karşısında kusuyordu. Binlerce, onbinlerce insan hep birlikte gitmiyorduk lavaboya... Çünkü zehir, henüz midemize oturmamıştı!

Zorlayın hafızanızı biraz, şimdi anladınız mı neden tarihe tanıklık ediyoruz dediğimi? Bütün bunlardan bahsettiğim için sanmayın ki umutsuzum, bu da benim zehri kusma yöntemim işte. Zararsızca kendi halimde çıkarıyorum safraları. 




Umutluyum ben hâlâ, bunalımda değilim, olmaya niyetim yok gerçekten de. Belki çoğunuza saçma gelecek ama, “pozitif düşün, pozitif olsun” diyorum. Kötücül insanlardan, görüntülerden, haberlerden, seslerden olabildiğince yalıtıyorum kendimi.

Biliyorum, gerçekten de güzel günler gelecek; motorları mavilere süreceğiz hep birlikte...

Devamını Oku

12 Şubat 2015 Perşembe

CardFinans Bu Sevgililer Günü’nde Yalnızların Yanında!


Sevgililik dediğin zor zanaat... Kadın-erkek ilişkilerini yürütmek başlı başına bir meziyetken, bunun üzerine bir de özel günlerde hediyesi, yaz yaklaşınca seyahati gelir. Sonra bir de bakmışsın evlilik ve çocuk derken çoğu zaman kocaman bir OFFF çektirir. Yani sevgililik dediğin, aslında hem maddi hem manevi açıdan hayatta vereceğin en büyük sınavındır. :)



Bununla da kalmaz, bu sınavda tartışmadan haklı çıkma mücadelesini vermek zorunda kalırsın. Tartışmadan haklı çıkmaksa zordur, erkekler içinse çooook daha zor. Hele bir de evliysen... Hiç evli erkek haklı çıkar mı?
Finansbank da öyle düşünmüş olacak ki; sevgililik müessesesine analitik bakmış, formülleri deşifre etmiş ve dikkat edilmesi gereken parametrenin “haklı çıkma değişkeni” olduğunu bulmuş!
Kabul edelim, haklı olmak ve haklı çıkmak aynı şeyler değildir!


Haklı çıkamayacağını kabul ettiysen, ilişkiye yapılan en temel yatırım olan “hediye” aşamasına geçebillirsin.
Kendini affetirmek için hediye alınır.
Yıl dönümü geldiyse hediye alınır.
Doğum gününde hediye alınır.
Sevgililer Günü’nde hediye alınır.
Ve bu liste uzar gider...
Birliktelik süresi uzadıkça da, ilişkiye gösterilen özen ile yapılan harcama tutarı arasında her zaman ters orantı olacaktır.



Sevgililiğin matematiğini çözen Finansbank da, “#SevgililikZor, yalnızlığın tadını CardFinans’ın hediyeleriyle çıkar” demiş. Bunun için de Sevgililer Günü’nde sevgilisi olmayanlara artan fırsatlar sunan bir kampanya yapmış .
14 Şubat’a kadar Finansbank bireysel kredi ve banka kartları ile giyim, kozmetik, ve kuyum sektörlerinde tek seferde yapılacak her 100 TL’lik alışverişiniz size birbirinden güzel hediyeler için bir adet çekiliş hakkı kazandırıyor.
Siz de 5 MacBook Pro, 5 iPad Air ve 5 iPhone 6’dan birine sahip olmak isterseniz, kampanya detaylarına bir göz atın derim;
http://www.cardfinans.com.tr/cardfinans-kullanin/kampanyalar/kamp6384/sevgililer-gunu-kampanyasi.aspx?ref=WEB_ASBO

Bir boomads advertorial içeriğidir.
Devamını Oku

6 Şubat 2015 Cuma

Ne istediniz Ulan İstanbul'dan!

Bugün internette okuduğum bir habere üzüldüm ki ne üzüldüm...

Ulan İstanbul televizyonda bitiyormuş, ama aynı gün ve saatte internette yayınlanmaya devam edecekmiş. Zaten iyi bir sosyal medya kitlesine sahipmiş ve diziyi artık tabletten, pc'den izleyecekmişiz. Sıkı durun, öyle bedava olmayacakmış, para verecekmişiz izlemek için! Efendim bu uygulama Türk dizi tarihinde bir ilk olacakmış. Sanki çok güzel bir yenilik getiriyorlarmış gibi bir de “ilk olacak!” yorumu yapmışlar.


Hem televiyon izlemek için para ödeyeceğim, hem internete aylık ücret ödeyeceğim, hem o parasını ödediğim internette bir sürü reklam göreceğim, bir de dizi izlemek için üzerine para vereceğim öyle mi!

Elbette bunu yapmayacağım! Bağrıma taş basıp Ulan İstanbul defterini kapatacağım...

Bence bir çok kişi de aynı benim yaptığımı yapacak. Koltukta yayılıp büyük ekran televizyondan dizi izlemek varken niye beni tablete ya da bilgisayara mecbur ediyorlar ki? Hadi diyelim bilgisayarı televizyona bağlayıp bu sorunu bir şekilde çözdüm, ama niye ekstra para vereyim ki dizi izlemek için?

Sevdiğim ve tek tük kalan dizilerin birbiri ardına yayından kaldırılmasına mı kızayım, televizyon zevkimi yok etmelerine mi kızayım, soyguncu kapitalizmin zevk aldığım her şeyden kat kat para almak için türlü türlü saçmalıklar üretmesine mi kızayım bilemiyorum gerçekten de..

Kimse kusura bakmasın, isterse bölüm başına 1 kuruş alsınlar, internetten dizi izlemek için para VER-ME-YE-CE-ĞİM!


Bence kimse vermesin! Zevkine göre bir tane program bulamasan da TRT vergisi ver, ehliyet değişiyor para ver, kaçak kullananlar yüzünden elektrik dağıtım şirketi zarar etmesin (yazık vah vah !) diye para ver, verginin üzerine vergi ver, ona ver, buna ver...  İnsanın dağ başına kaçası geliyor!



Önce Galip Derviş'i yok ettiler, sonra Yalan Dünya'yı,  yetmedi, Ah Neriman vardı eski Türk filmleri tadında, onu bile yok ettiler... Farkında mısınız yüzümüzde gülücük açtıran bütün dizileri birer birer yok ediyorlar. Elimizde bir tek Ulan İstanbul kalmıştı! Emre Kınay da ne güzel yakışmıştı Firuz rolüne!! Galiba AB grubunda olup kitap okuyan, beklentisi yüksek, komedi seven, kaliteli senaryo arayan izleyici kitlesinden nefret eden birileri var oralarda. Sayelerinde böyle de komplo teorileri kuruyoruz işte!

Efendim dizinin süresi 45 dakikaya inecekmiş ve de sansür olmayacakmış...

Açıkçası bu işin altında sanki başka bir iş varmış gibi geliyor bana, sanki emir büyük yerden gelmiş gibi hissediyorum. Değişen reyting sistemine rağmen izlenme oranları da iyi olduğu için diziyi kaldırmaya bahane bulamadılar ve belli ki aralardaki dokundurmalar, özellikle de usta tiyatrocu Zihni Göktay'ın canlandırdığı Servet Abi'nin lafları zülf-i yare dokundu! Altın yumurtlayan tavuğu kesmeye gönlü razı gelmeyen tv patronları böyle bir ara çözüm buldular! Bence böyle... Yoksa niye durduk yerde böyle bir karar alsınlar ki!


Demem odur ki, herkes tiyatroya gidemiyor, herkes sinemaya gidemiyor, insanların akşam eğlencesi günümüzde hala televizyon. Ama işte onun da içi her geçen gün daha da boşalıyor!

Sabah sabah bağırasım geliyor: Gandemiiiir Gandemiiir, yeter artık Gandemiirrr!!



Devamını Oku